TurcoPundit

US foreign policy and Turkish-American relations
ajp1914@yahoo.com
Home
Foreign Press Review
Şanlı Bahadır Koç


This page is powered by Blogger. Isn't yours?
Cuma, Ocak 31, 2003
 
G- ABD 31 Ocak
Irak ve Dünya Siyasetinin Geleceği

Irak harekatı, BM, Nato ve AB’yi siyasi ve psikolojik olarak önemli şiddette sarsacak gibi görünmektedir. Yeni bir BM kararı, ya da bu olmasa da sadece Fransa ve Almanya’nın karşı çıktığı bir karar tasarısı ABD için tercih edilebilir bir seçenek olabilir. Böyle bir sonuç AB ülkeleri arasında çözümlenmesi yıllar alabilecek bir bölünme yaratacağı için ABD için arzulanır bir durum olabilir. Eğer Rusya ve Çin de çekimser kalmakla yetinirse o halde Fransa’nın veto hakkını kullanması güçleşebilir. Uluslararası desteğin sağlamasının sadece siyasi değil, askeri anlamda da ciddi sonuçları olabilir. Iraklı askerler sadece ABD-İngiltere tarafından desteklenen bir savaşta direnmekte daha istekli ve kararlı olabilirler. Halbuki savaş için BM kararı çıkar ya da bu olmasa bile ciddi bir uluslararası destek oluşturulabilirse, özellikle Iraklı generallerin direnme iradesi zayıflayabilir. Bağdat ve Tıkrit bölgesi dışındaki Irak direnişinin ilk hafta içinde, tamamen olmasa da çok büyük ölçüde, sona ereceği düşünülmektedir. Bağdat’ta durumun ne olacağı konusunda tahmin yapmak çok güçtür. Direniş olursa, ABD daha önce hiç denemediği bir şeyi, kitle imha silahlarına sahip bir rejimin başkentini ele geçirmeye çalışacaktır.

Uluslararası terörizm, kitle imha silahları ve ‘serseri devletler’ - bu üç faktörün bir araya gelmesinin ABD güvenliği için tahammül edilemez olması belli bir dereceye kadar anlaşılabilir. Amerikan gücünün tamamen ‘yardımsever’ amaçları olmadığı bilinmekle beraber, Orta Doğu’yu olumlu anlamda değiştirebileceği de kabul edilebilir. Ancak uluslararası sistem ve hukukun üstünlüğü, devlet egemenliğinin ‘kutsallığı,’ değişik aktörler tarafından ABD güç, niyet, amaç ve metotlarına duyulan güvensizlik, endişe, korku, nefret ve intikam duygularının önemli şekillerde artabilecek olması bu harekatın uzun süre dünya siyasetini etkilemeye devam edecek olumsuz sonuçları olabilir. Ankara, ABD baskısına karşı AB’den destek bekliyor. Ancak ne yazık ki, AB tek parça değil. Öyle olsa bile Türkiye’ye ihtiyaç duyduğu türden bir desteği verme iradesi ve becerisi yok. Avrupa kamuoyu değil ama hükümetlerinin önemli bir kısmı Washington’u dengeleyecek türden bir güç yaratma konusunda o kadar istekli değiller. Amerikan gücünün afrodizyak etkisi özellikle küçük devletleri kendine çekiyor. Bu noktada savaş sonrası dünya siyaseti için şu soru akla geliyor: Bazılarının beklediği gibi Irak’ta bir haftayı bile bulmayan bir sürede çarpıcı bir Amerikan askeri zaferi gelirse, Washington kendi gücüne aşık olarak ‘tutulmaz’ hale gelir ve diğer büyük devletler bu güç karşısında sinerler mi, yoksa bu devletler Amerikan gücünü beraber dengelemenin artık bir tercih değil de zorunluluk olduğu sonucuna mı varırlar? (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


Perşembe, Ocak 30, 2003
 
G- ABD 30 Ocak
Kötümser senaryolar – Amerikan ateş gücü – AB ve Irak Kizi

Türkiye savaşı önleme ile ona hazır olma arasındaki çelişkilerle boğuşmaktadır. Savaşın ihtimaline karşı yapılan askeri ve diplomatik hazırlıklar savaşın gerçekleşme ihtimalini arttırma gücü taşımaktadır. Doğal olarak, bir ülkenin dış politikası tamamen, kötümser ama gerçekleşme ihtimali uzak ihtimaller üzerine inşa edilmez. Bu durum özellikle, en kötü ihtimallere karşı alınacak önlemler, daha muhtemel senaryolar için alınacak tedbirler ile çelişiyorsa geçerlidir. Ancak yine de zihinsel anlamda bu ihtimaller üzerine egzersizler yapmak bizi bu senaryolar ya da ona yakın gelişmeler gerçekleşirse bu durumlarda daha doğru tepkiler vermemize yardımcı olabilir. Saddam’ın 1) Türkiye’ye, 2) Kürtlere, 3) ABD’ye destek veren Arap ülkelerine, 4) İsrail’e, 5) Amerikan asker ve hedeflerine karşı kitle imha silahları kullanması ihtimali bulunmaktadır. Bunlardan ilki direk olarak, ikincisi muhtemel bir Kürt devletinin yolunu açabileceği, üçüncüsü petrol fiyatlarında büyük artışlara neden olacağı, dört ve beşinci ise ABD’nin -belki de Türkiye üzerinden- taktik nükleer silahlarla karşılık vermesine yol açabileceği için Türkiye açısından ciddi olumsuzluklar taşımaktadır.

Önümüzdeki savaşta ABD yüzde yetmiş-seksen oranında hedefi tam kesinlikte vuran akıllı silahlar kullanacak. 91’deki savaşta bu silahlar sadece yüzde on oranında kullanılmıştı. 91’de yaklaşık 40 gün süren bombardımanda 400’e yakın seyir füzesi kullanılmıştı. Bu savaşta bu rakama ilk bir-iki günde ulaşılması hedeflenmektedir. Amerikalılar savaşın ilk birkaç gününde bu benzersiz ateş gücünü kullanarak Iraklıları şok edip afallatmayı ve onlar için savaşa devam etmeyi anlamsız kılmayı planlamaktadır. ABD Irak krizinde askeri güç tehdidi, diplomasi ve psikolojik savaş gibi üç enstrümanı birbirini destekler biçimde kullanmaktadır. Bu denli üstün askeri gücün tehdidi ve kullanılması diplomatik ortam, beklenti, algı, tercih ve politikaları etkileme, değiştirme ve bazı durumlarda dönüştürme kapasitesi taşımaktadır.

Irak krizi Avrupa ülkelerini henüz ortak bir dış politika oluşturacak kollektif olgunluğa ulaşmadan yakaladı. Sadece Irak krizindeki pozisyonlarına bakarak uzun vadeli projeksiyonlar yapmak için belki bir parça erken olsa da, Kıta Avrupası’nın en önemli üç ülkesinin Washington’a yakınlıkları itibariyle Rusya, Fransa ve Almanya olarak dizilmeleri, tek başına bile önemlidir. Bu arada, AB’nin ABD’ye karşı denge oluşturmasını engelleyecek biçimde ‘sulanması’ için Türkiye’yi içine almasına kadar beklemesinin gerekmeyebileceği Orta Avrupa’daki aday ülkelerin Irak krizindeki tavırlarıyla ortaya çıkmıştır. Bu ülkeler farklı bir tarihsel deneyimden geldikleri için Paris-Berlin ekseninin ihtiraslarını paylaşmıyorlar ve güvenlik garantörü olarak hala Washington’u tercih ediyorlar. Ayrıca, yeni kazandıkları bağımsızlıklarını daha tam doyasıya yaşayamadıkları için, AB’nin şimdi olduğundan da fazla merkezileşmesine ve egemenliklerinin Brüksel’e devrine mesafeli bakmaktadırlar. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


Çarşamba, Ocak 29, 2003
 
G- ABD 29 Ocak
Savaş Saatinin ‘Tik-takları’ - AB’nin Irak Pozisyonu - Türkiye ve ABD

Gerek BM denetçilerinin raporu, gerek Bush’un konuşması Irak krizini savaşın kaçınılmaz olduğu noktaya yaklaştırmaktadır. Blix’in raporu içerik olarak değilse de ton olarak genelde beklenenin aksine daha çok negatif unsurlar içermektedir. Blix aynı içeriği daha yumuşak bir tarzda da sunabilirdi, ancak vurguyu Irak’ın eksikliklerine yapmıştır. Bu noktadan sonra eğer Powell önümüzdeki hafta yeni, çarpıcı ve kısmen de olsa somut bir-iki kanıt oraya koyabilirse ABD kendini savaş için gerekli şartları yerine getirmiş hissedecektir. Savaş kararının verildiği ve bundan sonra artık ancak geri alınabileceği iddia edilebilir. Amerikan yönetimini bu noktadan sonra savaştan vazgeçirecek ya da savaşı erteletecek gelişmeler ancak Irak tarafından gelecek ve gerçekleşmesi giderek daha az mümkün görünen çok dramatik bazı gelişmeler olabilir.

AB içindeki, Kuzey-Güney, Doğu-Batı, İngiltere ve diğerleri, muhafazakar-merkez sol, eski-yeni, küçük-büyük devletler arasındaki, aşılmaz değil ama ciddi nitelikteki, perspektif, çıkar ve stil farklılıkları Irak krizinde Washington’a karşı ortak bir pozisyon alınmasını engellemektedir. Irak harekatı, AB üyesi devletleri zor kararlar vermeye zorlayarak AB’nin Washington’dan bağımsız ve ona rakip bir dış politika inşa etme çabalarına ciddi ve belki de kalıcı bir darbe vurabilir. Bunun tersi, AB ülkelerinin aralarındaki farklılıkları aşıp, ortak bir tavır geliştirmeleri de mümkündür, ancak Fransa-Almanya miğferinin tekrar güç kazanmasına rağmen İspanya, İtalya ve Doğu Avrupa ülkeleri bu motorun ‘disiplini’ dışına çıkacak gibi görünmektedir.

Başbakan Gül’ün iki gün önce savaş nedeniyle Türkiye’nin uğrayacağı zararların ABD tarafından karşılanmasına yönelik bir metodun karşılaştırıldığını açıklaması umut vericidir. Gül, yazılı ve bağlayıcı olduğunu söylediği bu metodun ayrıntılarını kamuoyu ile ne zaman paylaşmayı düşünmektedir? Bu arada ABD’nin Türkiye’yi açıkça -ve utanmadan- IMF vasıtası ile sıkıştırdığı görülmektedir. Genel olarak Türk ekonomisi ve ekonomik programın durumu hakkında Washington’un olumsuz yargılarının basına sızdırılması piyasalara ciddi derecede olumsuz etki yapabilir. Bu durum ABD yönetiminin Türkiye’yi ikna etmek için her türlü yöntemi kullanacağını düşündürtmektedir. Washington’un bu ‘gözü dönmüşlüğü’ ilişkinin uzun vadedeki geleceği açısından kaygı vericidir. Bütün bu olaylar Türkiye’nin ABD tarafından ‘stratejik ortaktan’ çok, şikayet etmeden söylenenleri yapması beklenen bir taşeron olarak görüldüğü yargısına güç kazandırmaktadır. Eğer Türkiye’de savaş ve Washington’un Ankara’ya tutumu nedeniyle yeni bir ekonomik kriz yaşanırsa, bunda Türk hükümetinin bazı kusur ve becerisizliklerinin de rolü olduğu iddia edilebilirse de, asıl sorumluluk Washington’da olacaktır. Irak krizi Türkiye açısından korkulacak kadar felaketle sonuçlanmayabilir. Ancak bu krizin şimdiden kesinleşen kurbanlarından biri Türkiye ile-Washington arasındaki güven olacak gibi görünmektedir (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


Salı, Ocak 28, 2003
 
G- ABD 28 Ocak
Irak’ın Silah Programları ile İlgili İhtimaller

Saddam’ın kitle imha silahları hakkında şu kademelerden söz edilebilir: Bu silahları edinme/geliştirme 1) isteği, 2) çabası, 3) gücü var, 4) bu silahları edinmeye yakın, 5) silahlara sahip, 6) silahları kendine yönelik saldırıları savunma amacıyla caydırmak için kullanacak, 7) komşularına ve Batı’ya şantaj yapacak, onları sindirecek ve bölgeye hükmedecek, 8) silahları kullanacak ya da teröristlere verecek. Irak denetçilerle aktif anlamda işbirliği konusunda kusurlar içinde olması değişik şekillerde yorumlanabilir. 1) Gerçekten bu silahlara ve programlara sahipler. 2) Belki silahları yok ya da programları çok ileri değil ama on bin sayfayı aşan açıklamalarını yaptıklarında bunların tamamını itiraf etselerdi ABD’nin bunu otomatik bir savaş nedeni olarak kullanacağından endişe ederek bir kısmını ve belki de büyük kısmını gizlediler. Şimdi BM denetçilerine tam anlamıyla yardımcı olmamalarının nedeni ellerindeki sınırlı silah ve programı gizleme kaygısı. 3) Irak rejiminin egemenliği ile kaygıları var. Örneğin toprakları üzerinde U2 uçaklarının uçmasını içlerine sindiremiyor ve bunun rejimin kendi halkı nezdindeki prestijini sarsacağından endişeliler.. 4) Denetçilerin bu keşif uçaklarıyla elde edecekleri istihbaratı aslında kaçınılmaz olan savaşta kullanması için ABD’ye vereceklerini düşünüyorlar. Iraklı bilim adamlarının zorla ya da parayla Irak aleyhinde konuşturulacağından endişe ediyorlar. 5) Ya da sadece beceriksizler ve BM denetçilerinin istediği türden işbirliğini gösteremeyecek kadar organize olmaktan uzaklar. Irak’ın denetçileri ülkeden çıkardığı 1998 yılından sonra, hiç bir baskı ve zorlama altında olmadan, kendi isteği ve iradesiyle, sahip olduğu silahları yok ettiğine inanmak zor görünüyor. Ancak gerçek ile kendi beyanları arasındaki fark bir savaşı gerektirecek kadar fazla da olmayabilir.

ABD’nin Irak’ın silahları ile ilgili ikna edici kanıtları ortaya sürmemesi nasıl yorumlanabilir? 1) ABD, Irak’ın bu silahlara sahip olduğunu biliyor, ama nerede, ne miktarda olduğunu saptayamıyor. 2) Ellerindeki bilgileri açıklarlarsa bunun istihbarat kaynakları ve metotlarını açığa vurmasından endişeleniyorlar. 3) ABD elindeki kanıtları en can alıcı zamanda açıklamak için bekletiyor. 4) Aslında ABD’nin elinde anlamlı ve savaşı gerektirebilecek bir istihbarat yok ve blöf yapıyor. ABD’nin askeri yığınağını tamamlaması üç-dört hafta süreceği için bu süreyi Irak’a son bir süre olarak verecek. Bu sürenin sonunda ve belki bir kaç hafta daha sonra Irak BM denetçilerinin kaydettikleri eksikleri, yanlışlıkları ve çelişkileri ortadan kaldırmazsa harekat için düğmeye basacak. ABD’nin Irak harekatı Washington için büyük fırsatlar ve riskler içeriyor. ‘Büyük bir zar atımı’ olan bu hareketle beraber önemli bir baş ağrısı rejim yok edilerek, diğerlerine yönelik caydırıcılık güçlendirilecek. İsrail’in güvenliği güçlendirilecek. OPEC’in tekeli ortadan kaldırılabilir. Petrol fiyatlarındaki düşüş ile başta Amerikan ekonomisi olmak üzere dünyadaki durgunluk aşılabilecek. Irak’ta demokrasiye benzer bir yönetim kurulabilirse bu bölgedeki diğer ülkelere de taşınabilecek. Ön alıcı ve önleyici saldırıların Amerika’nın güç kullanma repertuarındaki kalemlerden biriyken giderek bu politikanın normu haline gelmeye başlıyor. ABD giderek sadece savcı değil, jüri, hakim ve cellat da olma yolunda. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


Pazartesi, Ocak 27, 2003
 
G- ABD 27 Ocak
Irak Pazarlığında Kıvraklık

Türk hükümetinin, Irak’ta barış için imkanların ne zaman ve hangi şartlarda tükeneceği, Saddam’ın hangi şartlarda devrilmesinin meşru olacağı ve Irak’ın hangi derecede işbirliğinin savaşın gerekliliğini ortadan kaldıracağına dair, Türk kamuoyu, ABD, Avrupa, BM Güvenlik Konseyi ve BM denetçilerinden bağımsız -ve belki de farklı- bir görüşü olmalıdır. Türkiye bu konudaki görüşlerini ve insiyatifini tamamen başkalarının iradesine bırakamaz. Uluslararası toplum ile beraber hareket etmek tek başına bir dış politika değildir. Türkiye’nin pozisyonunu salt ‘legalizmler’ belirlememelidir. BM kararlarının içeriği, zamanlaması ve uygulanması ile Türkiye’nin çıkarları arasında önemli farklılıklar ve hatta çelişkiler olabilir. İyi dış politika ile ‘iyi bir dünya vatandaşı’ olmak her zaman aynı şey olmayabilir. Burada vurgulanmak istenen uluslararası kamuoyunun kararlarına açıktan cephe almak değil, ki bu bir çok durumda zaten gerekli değildir, ama çıkarlarımızın zaman zaman uluslararası kamuoyu, BM kararları, ABD, AB ya da Orta Doğu komşularımızın istek, çıkar ve duyarlılıklarıyla farklılık gösterebileceği gerçeğini unutmamamızdır. Taktiksel düzeyde, BM kararında ısrar etmek ABD baskısı altında bunaldığımız bir dönemde bize zaman, manevra alanı ve pazarlık kozu kazandırmıştır. Ancak şartlar değiştiğinde/değişirse bu noktadan dönebilecek diplomatik kıvraklığı gösterebilmeliyiz. 1) Türkiye’nin bir BM kararında ısrar etmeden Irak’ta rejim değişikliği projesine destek vermesi için gereken şartlar neler olabilir? 2) Şartlar gerektirirse MGK kararlarıyla da sabit mevcut pozisyondan bu kopuş Türk kamuoyuna ve bölge ülkelerine nasıl ‘pazarlanabilir’?

Türkiye’ye savaş sonrası Irak’ın başta toprak bütünlüğü konusunda formel ve bağlayıcı garantiler verilmelidir. Irak savaş sonrasında önemli bir yeniden imar süreci yaşayacaktır. Büyüklüğünü ve şeklini önemli ölçüde Amerikalıların belirleyeceği büyük çaplı imar projeleri devreye sokulacaktır. Bu süreçte ülkenin yıllardır mahrum kaldığı tüketim malları ithalatı önemli seviyelere ulaşacaktır. Türkiye ülkenin savaş sonrası dış ticareti ve yeniden yapılandırma projelerinden anlamlı bir pay almalıdır. Türkiye’nin Irak ile mevcut ticari anlaşmalarının aynen devamı konusunda garantiler elde edilmelidir. Türkiye’nin askeri harekat nedeniyle uğrayacağı ekonomik zararlar, ABD tarafından, şimdi telaffuz edilenlerden daha büyük miktarlarda ve Kongre’den harekat başlamadan geçerek ve büyük ölçüde hibe şeklinde karşılanmalıdır. Türk mallarının Amerikan pazarına erişimi konusunda ciddi kolaylıklar sağlanmalıdır. Eğer ABD, Irak’ta gerçekleştireceği rejim değişikliğine çok yakın bazı müttefiklerini karşısına almayı göze alacak kadar önemli ve ivedi görüyorsa, bu süreçte Türkiye’nin uğrayacağı zararları karşılamaktan da kaçınmamalıdır. Savaş sonrası dönemin potansiyel maliyeti, harekatın Amerikan ekonomisindeki endirek sonuçları da eklendiğinde ve kötümser bazı senaryoların gerçekleşmesiyle beraber, bazı saygın akademisyenlerin hesaplarına göre yüz milyarlarca dolara mal olacak böyle bir ‘proje’de ABD, Türkiye’nin haklı nedenlerle öne sürdüğü faturayı ödemekten kaçınıyorsa, bu Türkiye’yi ikna edilmesi kolay bir ülke olarak gördüğünden olabilir ki bu algılamanın değişmesi Türkiye için son derece önemlidir. Ve nihayet, Kuzey cephesini açacak Amerikan askeri gücü, olabildiğince küçük olmalı ve hızlı bir şekilde Türk topraklarını terk etmelidir. Türkiye’de kalmaya devam edecek kısmı ise yine az sayıda tutulmalı ve bu grubun da ne zaman ve hangi şartlarda ayrılacağı net şekilde belirlenmelidir. ABD bu şartları karşılamaya hazır olduğunun sinyallerini verirse Türkiye, şu anki koşullarda çıkması zor görünen yeni BM kararında ısrar etmekten vazgeçebilir. Aksi halde Ankara, kendi için çeşitli maliyetler ve riskler yaratacak bu operasyona direnmek için BM’nin arkasına saklanmaya devam edilebilir. Hatta hava üslerinin kullanımının bile garanti olmadığını Washington’a iletilebilir. Burada dikkat edilmesi gereken bir başka nokta da, yukarıdaki şartların tamamı ya da önemli bir kısmı karşılanmadan yeni bir BM kararı çıkması durumunda, Türkiye’nin teorik olarak hala harekata karşı olabilmesi gerekirken, pratikte bunun çok güçleşeceğidir. Şu an çok muhtemel görünmese de, yeni bir BM kararı çıkarsa, bu durum Türkiye’nin ABD ile pazarlıkta elini oldukça zayıflatacaktır. O nedenle bu pazarlığın yeni bir BM kararı olmadan yapılması Türkiye’nin çıkarınadır. Bu noktada Türk hükümeti, kendini fazla bağlamadan gayrı-resmi yollarla, Amerikan yönetimine hangi şartlarda bir pazarlığa açık olduğunu bildirmelidir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


Cuma, Ocak 24, 2003
 
G- ABD 24 Ocak
Türkiye’nin K. Irak’ta Askeri Harekatı

Türkiye’nin K. Irak’ta askeri bir harekata girmesinin olumlu ve olumsuz sonuçları şunlar olabilir: Harekatın riskleri, maliyetleri, olumsuz yönleri ve gerçekleşebilecek kötümser senaryolar - 1) Türkiye-AB ilişkilerini olumsuz etkileyebilir. Bu harekat Avrupalıların gözünde Türkiye’nin Orta Doğulu imajını güçlendirebilir. Harekatın ABD ile koordineli yapıldığı düşüncesi Türkiye’nin Avrupa’ya girerse Washington’un ‘truva atı’ olacağı şeklindeki endişeleri arttırabilir. 2) ABD’nin bilgisi ve onayı dışında olursa bu ülkenin ültimatomu ile karşılaşabilir. ABD, Türkiye’nin harekatının Araplar tarafından Irak’ın bölünmesinin yolunu açacağı şeklinde görülmesinden endişe edebilir. Washington, Türkiye’nin müdahalesine ancak Tük topraklarında çok sayıda askerinin konuşlanması, transit geçmesi, hava üslerinin sınırsız, şartsız kullanılması karşılığında onay verebilir. 3) Türkiye’nin savaşa-silahlı çatışmaya-başka ülkenin topraklarında harekata girmesinin ekonomi ve piyasalara olumsuz etkisi bunun dışında kalmasına oranla daha çok olabilir. Özellikle, harekatın süresi, ekonomik maliyeti, başarı şansı ve derecesinin ne olacağı ile ilgili beklentiler olumsuz olursa piyasalarda başta faizler ve döviz fiyatları ciddi yükselişler gösterebilir. 4) Türkiye’nin harekatı, ne kadar tersini anlatmaya çalışsa da, dünya ve özellikle Arap kamuoyu tarafından, yayılmacı, Musul ve Kerkük üzerine eski hak iddiası üzerine bina edilmiş bir hareket olarak görülebilecektir. Ankara, Amerika’nın 'piyonu' ve 'maşası', onun ‘ayak işlerine koşan’ bir ülke olarak görülebilecektir. Türkiye bunun aslında Irak’ın toprak bütünlüğünü koruma amacıyla yapıldığını söylese de Arapları ve İran’ı inandırmada güçlük çekecektir. Ve belki de Suriye ve İran’ı Irak içine yönelik askeri harekata başvurma konusunda teşvik ve tahrik edebilecektir. 5) Özellikle K. Irak’ta Kürt gruplarla askeri çatışmaya girilmesi durumunda bu Türkiye’nin içinde terör eylemleri ile, bilinen bazı rezervlere rağmen, sağlanmış barış ortamını tehlikeye atabilir, Türkiye’nin içinde Kürt milliyetçiliğini daha da körükleyebilir. Türkiye’nin Kürtlerin düşmanı olduğu duygusu daha da güçlenebilir. 6) Harekat Türkiye ile Arapları bir rekabet, güvensizlik ve hatta çatışma ortamına sokarak Türkiye’yi İsrail seçeneğine kilitleyebilir. 7) Mevcut hükümet, sonu açık bir savaşın, askerin siyaset üzerindeki rolünü korumasına ve hatta belki daha da arttırmasına katkıda bulunacağından endişe ile böyle bir seçenekten olabildiğince kaçınacaktır. Hükümet ayrıca harekatın ekonomik sonuçlarına çok duyarlı olacak ve ekonomik programın aksamasından, hedeflerin gerisinde kalınmasından, piyasaların olumsuz tepki vermesinden çekinecektir. 8) Irak’ta askeri harekat Türkiye’yi başka bazı konulara geri adım atmaya itebilir. Hem Irak’ta hem Kıbrıs’ta yayılmacı bir görüntü çizmemek için ikincisinde daha yumuşak bir tavır almaya sevk edebilir. 9) Uzun vadede harekat Türkiye’ye duyulan şüpheyi arttırarak, onun güvenlik problemlerini ağırlaştırabilir ve savunma harcamalarını azaltmasına fırsat vermez ve hatta daha da arttırmak zorunda bırakabilir. 10) Türk ordusunun kendisi bile böyle sonu açık, amaçları muğlak ve değişken, kontrolden çıkma riski olan, zayiat verebileceği bir harekat konusunda çok istekli olmayabilir. Saddam elindeki son kitle imha silahlarını Türk askerine ya da Türkiye topraklarına karşı kullanabileceği endişesi içinde olabilirler. Kürt tehdidinin aslında ABD’nin yarattığını, körüklediğini ve bizi de işin içine çekmek için kullandığını düşünebilirler. 11) Askeri harekat Türk kamuoyunda yeteri kadar desteklenmeyebilir. 12) Harekattan sonra Türkiye Türkmenlerin hukuki olarak olmasa da duygusal olarak garantörü olabilir. Onların başı sıkıştığında tekrar müdahale etmek zorunda kalabilir.

Harekatın muhtemel getirileri ve iyimser ihtimaller - 1) Harekat, Türkiye’nin Irak’ın parçalanmasına, Kürt devletine veya ona yakın ya da ona yol açacak gelişmelere izin vermeyeceğini ve bu konuda elinden gelen her şeyi yapma kararlılığını ortaya koyabilir. Türkiye’nin askeri varlığı, Kürtlerin devlet kurma hayallerini rafa kaldırmalarına, ‘başka bahara ertelemelerine’ neden olabilir. 2) Kısa ve kesin bir başarı Türkiye’nin kendisine, ordusuna olan güvenini tazeleyebilir. Türkiye, güçlü, sınırları ötesinde etkiye ve güç projeksiyonuna sahip bir görüntü çizebilir. 3) Kısa, kesin, kolay ve maliyetsiz bir başarı piyasalara olumlu doping yapar. 4) Washington, Türkiye’nin harekatının kendi müdahalesini kolaylaştıracağı, Türkiye’nin desteğini alacağı için olumlu karşılayabilir.5) Türkiye’nin harekatı diğer komşu ülkelerin bilgisi ve hatta onayı ile onlarla koordineli şekilde gerçekleşebilir. 6) Göç ve teröristlerin Türkiye’ye sızması olumsuz gelişmeleri önleyebilir ya da daha kolay kontrol altına alabilir. 7) Türkiye, Avrupa’ya kendisinde olmayan askeri güç ve bunu kullanma iradesi gibi özellikleri olduğunu kanıtlar. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


Perşembe, Ocak 23, 2003
 
G- ABD 23 Ocak
ABD ile pazarlıkta ordunun rolü – Transatlantik İlişkileri – Kamuoyu ve dış politika

Hükümetin ABD ile müzakereleri askere havale etmesi doğru bir tercih gibi görünmektedir. Hükümet böylelikle hem kendini bağlayan bir taahhüde girmekten -hiç değilse bir süre için- kurtulmakta hem de hükümet ile asker arasında olması gereken hiyerarşiyi güçlendirmektedir. Askerler ABD’nin taleplerine hükümetin olduğundan belirgin derecede daha yakın olsalar bu bir problem yaratabilir ve bu müzakerelerden çıkan sonuç hükümeti bir oldu-bitti ile karşı karşıya bırakabilirdi. Ancak askerlerin de askeri ve psikolojik nedenlerle ve Türk kamuoyunun nabzını da dikkate alarak, Washington’un taleplerini ‘aşırı’ ve kabul edilmez bulduklarını biliyoruz. Ankara’nın ABD’ye Türkiye’de kullanmak istediği üsleri kontrol etme ve belki de bu üslerde geliştirme-büyütme izni vermesi savaşın gerçekleşmesini, Türkiye’nin üslerini savaşta kullandırması ihtimalini arttırabileceği endişesi dikkate değerdir. ABD bu üslerde yüz milyonlarca dolarlık yatırım yaptıktan sonra Washington’a bu üslerin kullanılamayacağını söylemek daha güç olacaktır. Bu nedenle, hükümetin üslerdeki geliştirme-büyütme çalışmalarının bu üslerin kullanılması anlamına gelmeyeceğini bu faaliyetler başlamadan vurgulaması ve bunu kamuoyuna da açıklayarak kendine diplomatik bir manevra alanı yaratması gerekmektedir. Bugün İstanbul’da gerçekleşecek bölge ülkeleri zirvesinde, bir ‘kaza’ olmazsa, çıkacak bildiriye Irak yönetimi olumlu bir karşılık vermek zorundadır. Aksi halde ABD yönetimi bu durumu harekatın gerekliliğini kanıtlayan yeni bir gösterge olarak yorumlayabilir.

Almanya ABD harekatına tek başına karşı çıkan ülke olmaktan korktuğu için Fransa’yı kendini aşarak Washington ile anlaşmaması için uyardı. Chirac da, belki ABD’nin kendisine sunduğu paketi yeterince büyük, somut ya da kendi kamuoyuna ‘satılabilir’ bulmadığı için ve Almanya ile ilişkilerinin bozulmasının Fransa’nın ve genel olarak AB’nin çıkarlarına uymadığına hükmederek, harekata karşı olan tavrını netleştirdi. Bu iki ülkenin Nato’da Irak harekatının görüşülmesini engellemeleri, harekat sonrasında bu kurumun Amerikan algılamalarındaki değerinin hali hazırda başlayan azalması sürecini hızlandırabilecektir. Ve bu gelişme Türkiye için kaygı vericidir. Türkiye’nin ABD ve AB ile ilişkilerinde Irak krizi nedeniyle ne tür komplikasyonlar yaşanabilir? Türkiye bu iki seçenekten birini seçip diğerini boşlama gibi bir lükse sahip değildir. Ankara, zaman zaman, konu bazlı olarak bu iki güçten birine meyledebilir, diğeriyle arasına belli bir mesafe koyabilir. Ancak bunun ayarını iyi tutmak zorundadır.

Türk dış politikası kamuoyunu dikkate almalı, kamuoyunun tercihleri tarafından etkilenmeli ama onun tarafından belirlenmemelidir. Kamuoyu, bütün önemli bilgilere vakıf olmayabilir, duygusal olabilir, kısa vadeli düşünmeye meyilli olabilir, dışarıdan etkilenmeye ve şekillendirilmeye açık olabilir, ve belki de en önemlisi, devlet ve hükümet kurumlarının uzmanlığına, analitik kabiliyetlerine ve meseleleri çok boyutlu olarak görme kapasitesinden uzak olabilir. Kamuoyu belli meselelerde bir kez karar verdi mi, ideal olandan farklı olarak, yargısından dönmekte isteksiz, ihmalkar ya da üşengeç olabilir. Halbuki devletler ve hükümetler dinamik, hızla değişebilen meselelerle başa çıkmak zorundadır ve zaman zaman şartlar değiştiğinde hızla karar alma ve aldıkları kararı değiştirme kıvraklığına sahip olmalıdır. Bazı, istisnai durumlar dışında, genel olarak kamuoyu tarafından desteklenen dış politikaların başarılı olma ihtimali daha yüksektir. Hükümet ve devlet kurumlarının dış politika konusundaki görevlerinden biri de kamuoyunu olabildiğince bilgilendirmektir. Bu salt demokratik bir idealin gerçekleşmesi amacıyla değil, bilgili bir toplumun dış politikayı daha iyi ve derinlemesine tartışması mevcut politikalara daha iyi eleştiriler getirmesini sağlayacağı ve hükümet ve devleti, varsa yanlış eksikleri konusunda uyarmada daha etkili kılacağı için de arzulanır ve hatta gereklidir. Kamuoyunun tutumu bazı durumlarda başka ülkelerle yapılan pazarlıklarda, ‘bize kalsa istediklerinizi verirdik ama Türk kamuoyu buna izin vermez’ diyerek koz olarak da kullanılabilir. Ancak Kıbrıs’taki gelişmelerin gösterdiği gibi kamuoyunun ‘çözümü’ devletten daha çok istediği durumlarda kamuoyunun eğilimi devletin pazarlık gücü ve alanını daraltabilir de. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


Çarşamba, Ocak 22, 2003
 
G- ABD 22 Ocak
Savaş sonrası dönem ve Türk-Amerikan ilişkileri

ABD yeni bir BM kararı olmadan Irak’ta güç kullanarak rejimi değiştirirse, bu durum, başka bir çok gelişmenin yanında, savaş sonrası Irak’ın şekillenmesi ile ilgili ciddi çatışmalara neden olabilir. Irak’ta yeni kurulacak rejimin doğası, kompozisyonu ve sınırları, Amerikan işgal gücünün uygulamaları, Irak petrolünün geleceği, Irak devletinin diğer devletlerle hali hazırdaki ekonomik anlaşmalarının akıbeti gibi konular Washington ile başta diğer büyük devletler olmak üzere dünya kamuoyu arasında ciddi gerilimler yaşanmasına neden olabilir. Denetçilerle ilgili yaşanabilecek dramatik gelişmeler, Bağdat’ın silah programları hakkında ortaya çıkabilecek yeni ve çarpıcı bulgular, Saddam’ın fevri hareket ve çıkışları nedeniyle ‘bir çuval inciri berbat’ etmesi gibi olasılıklar hala mümkündür. Fransa ve Rusya başta olmak üzere Güvenlik Konseyi üyelerinin ‘kapı arkasındaki pazarlıklarla’ ‘ikna edilmeleri’ de hala imkansız değildir. Ancak, Amerikan harekatına karşı kemikleşme işaretleri gösteren uluslararası kamuoyu bu tür bir gelişmeyi giderek daha az muhtemel yapmaktadır. Bu da, ABD’nin yeni bir BM kararı olmadan harekete geçme olasılığını güçlendirmektedir.

Washington’un Ankara’nın kapısını elinde yeni bir BM kararı olmadan zorlaması ve Ankara’nın muhtemel ret cevabı Türk-Amerikan ilişkilerine şimdi olduğundan da büyük bir sıkıntı içine sokabilir. Bu durum, 11 Eylül ertesinde genel kabul gören, terörist eylemin Türk-Amerikan ilişkilerini güçlendireceği beklentisinin tekrar gözden geçirilmesini gerektirebilir. 11 Eylül ve Irak harekatı Türkiye’nin en önemli ikili ilişkisini henüz hazır olmadığı ve artık kaldıramayacağı bazı yükler altına sokmaktadır. ABD’nin Irak projesini düşündüğüne yakın bir başarıyla hayata geçirmesinin Türk-Amerikan ilişkilerine direk ve dolaylı etkilerinin neler olabileceği üzerine daha ciddi kafa yormak gerekmektedir. İlişkinin son yarım yüzyıldaki geçmişi ve başarıları, her iki tarafta kurumsallaşmış alışkanlık ve refleksler ve Churchill’in ‘statükonun gücünün hiç bir zaman küçümsenmemesi’ yolundaki uyarısına rağmen, Türk-Amerikan ilişkilerinin ‘eskisi gibi olmayabileceği’ iddiası artık üzerinde düşünülmeden göz ardı edilecek kadar zayıf değildir. Denebilir ki, mevcut zorluk ve anlaşmazlıklar ilişkinin karşılaştığı ilk kriz değildir. Ve hatta, mevcut durumun zorluklarını abartmamak da gerekir. İlişki Johnson mektubu ve Kıbrıs ambargosu gibi nispeten daha büyük şokları atlatmıştır. Ancak, bugünkü dünya konjonktüründeki farklılık, mevcut Amerikan yönetiminin dünya görüşü ve uygulamaları ile geçmişteki yönetimlerden keskin şekillerle ayrılması ve Türkiye’deki güçlü bazı kurumların içinde arttığı gözlemlenen Amerikan gücünün yarattığı endişe hep beraber ilişkiyi yeni teste tutmaktadır. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


Salı, Ocak 21, 2003
 
G- ABD 21 Ocak
Kuzey Cephesi ve Irak ile İlgili Diğer Gelişmeler

Türkiye’nin ABD kuvvetlerinin topraklarında konuşlanmasına izin vermesini savunanlar aşağıdaki argümanları kullanmaktadır: 1) Kuzey’den ikinci cephe, savaşı önleyebilir, ya da en azından savaşı daha kısa ve daha az kanlı yapar. Türkiye izin vermezse harekatın riski artar, ABD hava indirme birlikleri direk Irak’a girme zorunda kalır. ABD tarafından ikinci cephe olmadığı için daha çok kayıp verirse, ABD’de Türkiye’nin imajı bundan kötü etkilenebilir. 2) Kuzeyden ikinci cephe olmazsa Saddam petrol kuyularını yakabilir. Bunun savaşın genel gidişatına olduğu kadar petrol fiyatlarında neden olabilecek önemli oranda artışlar ile Türkiye ekonomisine milyarlarca dolarlık zararı olur. 3) Türkiye Amerikan askerini topraklarına kabul etmezse diğer Arap devletleri de Türkiye’ye bakıp desteklerini geri çekebilirler ya da sınırlı tutabilirler. Washington’un müttefiki bile ona yardım etmezken Arap devletlerinin ABD’ye topraklarını açması bu devletleri kendi kamuoylarına karşı daha zor durumda bırakır. 4) 80 bin asker ile 8 bin asker arasında ve sadece hava üslerini açma ile kara gücünü de kabul etme arasında ne fark var? 5) Türkiye’nin olumsuz tavrı Washington’da bir Kürt devletini daha cazip hale getirebilir. ‘Yardım etmezseniz Kürt konusunda işler değişebilir’ şeklindeki tehditler protesto edilmeli ve kesinlikle bu tür tehditler altında müzakere etmemelidir.

Blix’in 27 Ocak’ta BM Güvenlik Konseyi’ne sunacağı ilk raporda muhtemelen somut bir şey bulamadıkları ama Irak yönetiminin kendileri ile mükemmel bir işbirliğinden de uzak olduğu ifadeleri yer alacak. Fransa’nın, denetlemeler devam ederken BM’den askeri harekatı onaylayan bir karar geçmesine izin vermeyebileceğini açıklaması, eğer sadece tribünlere yapılan bir gösteri değilse, yakın bir gelecekte BM'den yeni bir kararın çıkma ihtimalinin az olduğunu düşündürebilir. Bu durumda, (yeni bir Bm kararının olmamsı halinde) Türkiye ABD'nin hangi talepleri hangi ölçüde cevap verecektir? Türkiye bölge ülkeleri ile girdiği süreçten bir şey çıkmayacağına hangi durumda karar verecek ve ABD'nin 'vagonuna atlayacaktır'? Saddam’a sürgün ve etrafındakilere darbe kapısının açık bırakılması Türkiye dahil bölge ülkeleri ABD ile bir şekilde işbirliğine giderlerse kendi kamuoylarına ‘Saddam bu savaşı önleyebilirdi, ama bunu yapmadı’ diyebilme fırsatı verecektir. Geçtiğimiz gün PKK-Kadek militanlarıyla Türk güvenlik kuvvetleri arasında gerçekleşen çatışmanın ayrıntıları henüz pek net değilse de bu olay Türkiye’nin K. Irak’ta Kürtlere yönelik girişebileceği bir harekatın Türkiye’nin içinde de sonuçları olabileceği ihtimalini akla getirmektedir. Özellikle Türkiye’nin K. Irak’taki Kürtlerle askeri çatışmaya girmesi Türkiye’deki Kürt kamuoyu üzerinde olumsuz bir etki bırakabilir. Başka önemli bir nokta da, Türkiye'nin dış politika karar alma mekanizmalarının ve bürokrasisinin yapısının, ülkenin karşılaştığı karmaşık ve dinamik meselelere karşı politika oluşturma ve uygulamada ne derece yeterli olup olmadığı, bazı değişikliklere ihtiyaç ve imkan olup olmadığıdır. Örneğin Başbakanlıkta, ABD'deki Ulusal Güvenlik Konseyi benzeri, başbakana yakın ve bağlı bir dış politika ve güvenlik koordinasyon kurumunun, şu an yaşanan bazı problemleri aşmada katkısı olabilir. Ayrıca böyle bir kurum, askerlerin, çoğu zaman haklı olarak şikayet ettikleri siyasilerin ve hükümetlerin dış politika ve güvenlik konularındaki bilgi, beceri, uzmanlık ve tecrübe eksikliklerinin azalmasını sağlayabilir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


Pazartesi, Ocak 20, 2003
 
G- ABD 20 Ocak
Ankara’nın Orta Doğu diplomasisi

Türk dış politikasının sınırları Washington’un istekleri, onay verdikleri ve destekledikleri ile sınırlanmamalıdır. Hükümetin zorlu Irak konusunda sorumluluğu ve insiyatifi alması diğer konularda da kendine güvenini arttırabilir ve onu sesini daha gür çıkarmaya teşvik edebilir. Hükümetin ABD’nin taleplerine direnmenin muhtemel olumsuz sonuçlarını halka anlatması gerekir. Hükümet doğru şeyi yanlış nedenlerle yapmış duruma düşmemelidir. Araplar büyük ölçüde Türkiye’nin girişimlerinin arkasına saklanmaktadır. Irak konusundaki girişimlerin genelde Türkiye’den gelmesi Arapların ‘iktidarsızlığı’nın somut bir ifadesi haline gelmiştir. Türkiye son dönemde bölgedeki Arap devletlerinden farklı olarak, ‘bir şeyler yapmaya çalışan’ bir görüntü çizerek belli bir sempati toplamıştır. Ancak öte yandan Ankara’nın Orta Doğu diplomasisindeki hareketlilik aktiflik ile karıştırılmalıdır. Bütün bu ziyaretlerin sonucunda ortaya somut bir şey çıkmaz, geriye bir şey kalmaz ve olayların gidişatı üzerinde etki edilemezse istenenin aksine bu hareketlilik en sonda geriye bir güçsüzlük, etkisizlik ve ‘kandırılmışlık’ hissi bırakabilir. Bu nedenle Ankara’nın bir iki çırpınıştan sonra ‘ne yapalım, ben elimden geleni yaptım, ama başarılı olamadım’ diyerek kendini rahatlatmak yerine daha somut, amacı, metotları ve sınırları belirlenmiş girişimlerde bulunması doğru olacaktır.

Bölge liderleri ile görüş alışverişleri ve tanışıklık yaratmak kendi başına da bir değer taşısa da, şu ortamda Ankara’nın başarılı olması için, 1) Somut, hayata geçirilebilir diplomatik bir mimari yaratılmalı, 2) Bunun içinde bölge ülkelerinin tek tek oynayacakları rol konusunda belli bir berraklık oluşturulmalıdır. Bu mimarinin içinde şu öğeler olabilir: 1) Saddam’ın çekilmesini sağlama yönünde girişimler, 2) Olursa Irak’ta savaş sonrası dönemle ilgili ortak fikir ve modeller, 3) Irak’ın toprak bütünlüğüne yönelik, çok net ve bağlayıcı kollektif taahhütler, 4) Bunun tersi girişim ve gelişmeler olursa atılabilecek askeri dahil ortak adımlar, 5) ABD dışındaki önde gelen Batı ülkelerine ‘atılabilecek paslar,’ onları Irak krizinde daha ciddi ve direk rol oynamaya davet edilmesi, ve son olarak gerçekleşme şansı düşük olsa da 6) Girişime dahil bölge ülkelerinin sonradan gruptan ayrılmasını engelleme amacıyla kendi kamuoyları önünde bağlayacak net ifadeler. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


Perşembe, Ocak 16, 2003
 
G- ABD 16 Ocak
Amerika ile Pazarlık

Türkiye, Amerika ile her şeyi ‘çatır çatır’ pazarlık mı etmeli, yoksa istediklerini çok uzatmadan vererek, ‘nasıl olsa beni görür, beni ezdirmez, beni seviyor, zor günümde yanımda olur, benim kötü olmamı istemiyor, hem zaten bana ileride de ihtiyacı olacak’ diye mi düşünmeli? Her devlet kendi milli çıkarlarını korumaktan sorumludur. Ulvi değerler ve yüce idealler bazen milli çıkarlarla çelişebilir. Bu durumlarda tercih milli çıkarlardan yana olmalıdır. Milli çıkarlar bazen yakın dost ve müttefiklerin çıkar, arzu ve talepleriyle de çelişebilir. O zaman da somut milli çıkarlara öncelik verilmeli ve ‘kıskançça’ korunmalı ve başkalarının iyi niyetine havale edilmemelidir. Türk-Amerikan ilişkilerinde olması gerekenin de çok üstünde bir eşitsizlik vardır. Bu durum düzeltilmelidir. Bunun gerçekleşmesi için de Türkiye’nin ‘çantada keklik’ bir müttefik olmaktan çıkması gerekmektedir. Ancak bu yönde bir çaba, doğal ve kaçınılmaz olarak, Washington’da bir direnç, hoşnutsuzluk ve hatta kızgınlık yaratacaktır. Ve hatta Washington bazı konularda Türkiye’yi cezalandırmak isteyecek, ‘canını acıtarak’ bunları ‘bir daha yapmamasını’ sağlamak isteyecektir. Ancak yine de, bu direniş, dozu iyi ayarlanmak, nedenleri iyi anlatılmak şartıyla gereklidir ve orta ve uzun vadede Türkiye'yi daha güçlü, bağımsız ve saygın yapacaktır. Burada dikkat edilmesi gereken bu direnişin kendi kendini üreten duygusal bir hal almasına karşı dikkatli olmak ve sadece Türkiye'nin somut çıkarlarının söz konusu olduğu noktalarla sınırlamaktır.

Amerika’ya karşı Irak pazarlığında kullanmadığımız ya da daha iyi kullanabileceğimiz koz ve enstrümanlar neler olabilir? Ankara, Irak konusundaki tutumunu Amerikan yönetimine olduğu kadar, Amerikan Kongre’si ve kamuoyuna da doğru şekilde anlatmalıdır. Washington’un taleplerinin niye tam, hemen ve koşulsuz kabul edilemeyeceğini anlatan, mesela Başbakan Gül imzalı, bir yazı Amerika’nın önde gelen gazetelerinde yayımlanabilir. Burada 1991’deki savaşın Türkiye üzerindeki derin, çok boyutlu ve uzun dönemli olumsuz etkilerinin bu sefer ‘yoğurdu üfleyerek’ yememize neden olduğu, yeni bir harekatın da benzer olumsuz sonuçları olacağı, Türkiye’nin harekatın hukukiliği ile ilgili endişeleri, diğer tüm yolların sonuna kadar tüketilmesi gerekliliği, diğer Batılı müttefiklerin de desteğinin önemi gibi konular dile getirilebilir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


Çarşamba, Ocak 15, 2003
 
G- ABD 15 Ocak
Irak ile İlgili BM Kararı ve Türkiye’de ABD Askeri

Şu an Irak’ta savaşın hemen eşiğinde değilsek bu büyük ölçüde Türkiye’nin tavrı nedeniyledir. Eğer Türkiye Amerikan askerini topraklarına kabul etmiş olsa idi, şimdi savaşın başlaması için belki de sadece 27 Ocak’ı bekliyor olacaktık. Bu noktada Türk-Amerikan ilişkileri ile ilgili akla şu sorular gelmektedir: Eğer BM Güvenlik Konseyi’nden yeni bir karar çıkarsa, Türkiye 80 bin Amerikan askerini kabul edecek midir? Yoksa hükümet o zaman dahi bu sayıda yabancı askere topraklarını açmama hakkını saklı mı tutmaktadır? Eğer durum buysa, bu ihtimal (yeni bir BM kararında dahi çok sayıda askeri kabul edemeyebileceğimiz) Amerikalılara şimdiden söylenmeli midir? BM’den karar çıkarsa 1) Bu durum Ankara’nın Washington’dan, Irak’ın geleceği ve Türkiye’nin ekonomik kayıpları gibi konulardaki taleplerinde ısrar etme gücünü zayıflatır mı? Bir diğer deyişle, Türkiye’nin gerek siyasi ama asıl ekonomik konularda Washington’dan alabilecekleri aslında bir BM kararı olmadığında daha mı fazladır? 2) Hükümet Meclis’teki oylamada grubuna telkinde bulunacak mıdır, yoksa serbest mi bırakacaktır? BM kararına rağmen Meclis’ten Amerika’nın askerinin konuşlanmasına hayır oyu çıkma ihtimali nedir? Hükümet bu konuda parti grubunun nabzını tutmakta ve hangi şartlarda, hangi istek için, hangi sayıda oy çıkacağının hesabını yapmakta mıdır?

Türkiye’de çok sayıda yabancı askerin konuşlanmasına karşı olmanın nedenleri neler olabilir? Bu konudaki bir endişe bu askerlerin ne kadar kalacaklarının belli olmayacağı ve muhtemelen Türkiye’de konuşlanacakları sürenin Irak’ın içindeki gelişmeler, BM denetçilerinin raporu ve BM kararı gibi Türkiye’nin kontrol edemeyeceği ve hatta etkileyemeyeceği gelişmelere bağlı olacağıdır. Amerikan yönetiminin de Türkiye’de askerlerini çok uzun süre tutmak istemeyeceği doğru olsa ve ilk fırsatta harekatı gerçekleştirmek isteyecekleri düşünülse bile, bazı uluslararası diplomatik gelişmeler onların da elini bağlayarak bu bekleme süresini uzatabilir. Ya da olaya tersinden bakarsak, çok sayıda askerin Türkiye’ye gelmesi savaşın olacağının engellenmez ve ‘eli kulağında’ olduğu imajı yaratarak BM’deki kararı savaş lehine etkileyebilir.
Savaşı engelleyemeyeceğini düşünen Fransa ve Rusya, 'dışarıda kalmak istemeyerek' Amerika'nın 'peşine takılabilirler.' Ayrıca Irak’ta bir savaş ihtimali kendi başına Türk ekonomisini olumsuz etkileyecekse de Türkiye’de on binlerce Amerikan askerinin konuşlanmasının bu olumsuz etkiyi daha da arttırabileceğidir. Resmi makamlarca dillendirilmese de bir çok kişinin kafasındaki bir başka endişe de bu askeri gücün ‘bir kere geldikten sonra gitmek istemeyebileceği’, ‘ayağının alışacağı’ ve gelecek için emsal teşkil edebileceğidir. Askeri kanatta da mevcut olan bu endişe ve güvensizlik bile Türk-Amerikan ilişkilerinin elli yılı aşkın geçmişine ve ortak onca başarı ve ‘maceraya’ rağmen aslında ‘stratejik ortaklık’ olmaktan ne kadar uzak olduğunun bir göstergesidir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)



Salı, Ocak 14, 2003
 
G- ABD 14 Ocak
Irak’ta ‘olmaz olmaz’ dememek gereken gelişmeler

Irak’taki gerilim çerçevesinde, gerçekleşmesi çok muhtemel değil, ama imkansız da olmayan, ve gerçekleşirse çatışmanın şeklini ve içeriğini önemli şekilde değiştirebilecek gelişmeler ve senaryolar şunlar olabilir: 1) Saddam Irak’ın petrol kuyularından bir kısmını ateşe verir ve savaş başlarsa diğerlerine de aynı şeyi yapacağını iddia eder. 2) Saddam K. Irak’ta Kürtlere karşı elindeki kitle imha silahlarını kullanır. Böyle bir gelişmenin Türkiye açısından çok olumsuz sonuçları olabilir. K. Iraklı Kürtlerin Irak’ın bir parçası olarak kalamayacakları, bağımsızlığa hakları ve hatta ihtiyaçları olduğu düşüncesi yaygınlaşabilir. Uluslararası camia tarafından kendilerine duyulan sempatinin ciddi oranda artmasının sınırın kuzey tarafında da hissedilecek etkileri olabilir. 3) Savaşın başlaması ve Irak kuvvetlerinin Kuzey’de yok edilmeleri, teslim olmaları, dağılmaları veya geri çekilmeleri üzerine Kürt gruplar bir ‘oldu-bitti’ ile, ABD’nin açık ya da kapalı onayı ile, petrol bölgelerini ‘ortalık durulana’, ‘yeni bir yönetim kurulana’ kadar, belli bir süre belirtmeden ya da açıkça buraya sahip olma amacı ile ele geçirirler. ABD, Johnson mektubuna benzer bir dille Türkiye’yi harekete geçmemesi için uyarır. 4) Suriye, Ameikan kuvvetlerine, hava sahasını ve hatta belki de topraklarında bir transit geçiş koridoru açar.

5) Savaşta Türkiye’deki üslerin de kullanılması üzerine Saddam Türkiye’ye biyolojik ve/veya kimyasal başlıklı füze atar. Türkiye böyle bir durumda ne yapabileceğini, ne yapması gerektiğini ve neden kaçınması gerektiği üzerine ayrıntılı planlara sahip midir? 6) Saddam savaşın kaçınılmaz olduğunu anladığında BM denetçiler dahil ülkedeki Batılıları rehin alabilir. Bunun üzerine harekat durur, gecikir ya da iptal edilir. 7) Harekata günler ya da saatler kala bir darbe ile Saddam devrilip ve hatta -gerçekten ya da görünürde- öldürülür ve yeni rejim dünya kamuoyunun kulağına hoş gelecek her şeyi söyleyebilir. Böyle bir durum ABD’nin askeri harekat planlarını bozabilir. 8) Harekat gerçekleşir ve rejim devrilir ama Saddam Bin Laden gibi ortadan kaybolur. Bombardımanda öldüğü iddia edilir ama bu kanıtlanamaz. 9) Saddam, ABD'nin Irak'a saldırması halinde başta Amerikan olmak dünyadaki üzere Batılı hedeflere yönelik terör eylemlerine girişeceği tehdidinde bulunur. Ve belki bu yönde çalışması ve kapasitesi olduğuna dair veriler ortaya çıkar. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


Pazartesi, Ocak 13, 2003
 
G- ABD 13 Ocak
Saddam, Türkiye’nin Çıkarları ve Rasyonellik

Türkiye’nin Irak harekatında karşı koyması gereken ABD’nin Saddam’ı devirme arzusu değil, bunu Türkiye’de konuşlandıracağı çok sayıda askerle BM kararı çıkarmadan yapma isteğidir. Irak’ta Saddam rejiminin devrilmesi Türkiye’nin çıkarınadır. Saddam ‘orada kaldıkça’ bu durum K. Irak’taki ‘oluşumu’ kemikleşmektedir. 1991’de 10 yaşında olan K. Irak’taki Kürt çocuklar bugün yirmili yaşlardadır ve Irak merkezi otoritesi ile ilgili hatırladıkları sınırlıdır. Saddam devrilmez ve K. Irak’taki Kürt yönetimi gelişir ve kökleşirse, tüm yetişkin hayatları fiilen bağımsız Kürt yönetimi altında geçmiş bu kişileri tekrar Bağdat’a bağlanmaya ikna etmek çok daha güç olacaktır. Bu anlamda her geçen gün Irak’ın toprak bütünlüğünü aşındırmaktadır. Ayrıca, Irak’taki mevcut rejim ve onun başta ABD olmak üzere uluslararası toplum ile sorunlarından kaynaklanan gerilim ortamı, direk ve ya dolaylı olarak, ya da başka bazı faktörlerle birleşerek, Türkiye’nin Orta Doğu ile ticaretinin potansiyel seviyesinin gerisinde kalmasına, dış yatırımcının Türkiye’ye gelmekten kaçınmasına, Türk inşaat şirketlerinin bu ülkenin yeniden inşasından alabilecekleri payın gerçekleşmemesine, Türkiye’ye yabancı turistin gelmemesine, Türkiye’nin dış kredi için ödediği risk payının artmasına neden olmaktadır. Irak’ta Türkiye için ideal çözüm, ABD’nin Irak’ta rejim değişikliğini BM kararı çıkartarak, hızlı, kansız, Türkiye’den büyük sayıda asker konuşlandırmadan, Irak’ı bölmeden, burada olabildiğince ‘demokratik’, barışçı, istikrarlı bir yönetim kurulması olacaktır.

Rasyonellik, a) alternatif yolların risk, maliyet, getiri ve sonuçlarının hesaplanmasını, 2) ihtimal hesabı yapabilmeyi, 3) kar-zarar hesabı yapmayı, 4) tanımlanmış ve düzenli bir öncelikler hiyerarşisine sahip olmayı ve 5) araçlarla amaçlar arasında net ilişkiler kurmayı gerektirir. Saddam’ın rasyonel olup olmadığı önemli bir tartışma konusudur. Irak liderinin ‘deli olduğu’ söylenemese ve aslında iyi bir taktisyen olduğu iddia edilebilirse de, geçmişte, hem de bazen işler kendi lehine giderken yaptığı yanlış tercihler, risk almaya olan eğilimi, baskı altında hata yapmaya müsait mizacı büyük ihtimalle hareket ve sözleriyle Washington’a ihtiyaç duyduğu fırsatı verecektir. Saddam bunun son örneğini, Irak’ta ‘henüz bir şey bulamadıklarını’ açıklaması beklenen BM denetçilerini sert ifadelerle eleştirdiği konuşmasında vermiştir. Saddam’ın bir yerlerde hata yapması, baskı altında ‘yanlış yapması’, Amerikan provokasyonuna gelmesi kaçınılmaz olmasa da yüksek bir ihtimaldir. Iraklı bilim adamlarının sorgulanmak için ülke dışına çıkarılması konusu kısa vadede ABD’ye istediği bahaneyi sağlayacak konulardan biri olabilir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


Cuma, Ocak 10, 2003
 
G- ABD 10 Ocak
‘Niye K. Kore Değil de Irak?’

ABD yönetimi K. Kore ile ‘konuşacağını’ ama ‘müzakere etmeyeceğini’ açıkladı. Irak’ta ise diplomatik bazı zorluklara karşın rejim değişikliği amacında bir değişiklik görünmemektedir. Bu durum Amerikan kamuoyu dahil bir çok çevrede ‘niye K. Kore değil de Irak?’ sorusunu sordurmaktadır. Buna verilebilecek cevaplar şunlar olabilir: 1) Kore’nin Çin, Rusya, Japonya ve G. Kore gibi önemli komşuları bulunmaktadır. Irak’ın yer aldığı bölgede ise başka büyük güç olmadığı için buradaki halkların ve devletlerin ABD’ye bakışları genelde olumlu olmasa bile Washington’un burada iradesini empoze etme gücü K. Kore’nin yer aldığı bölgeye göre daha fazladır. Ayrıca 11 Eylül’den sonra Amerikan yönetimi Irak’ın bulunduğu bölgedeki statükonun devamının çıkarına olmadığına hükmetmiş durumdadır. 2) K. Kore’nin hem konvansiyel hem de belki nükleer olmayan askeri gücü ve dolayısıyla ABD’ye direnme ve ona zarar verme kapasitesi Irak ile kıyaslanamayacak kadar fazladır. Ve Amerikan yönetimi kabul etmek istemese de K. Kore'nin nükleer programı Irak'ınki ile ilgili en ileri tahminlerin bile ötesindedir. 3) Ayrıca Amerikan yönetimi Irak konusuna halihazırda önemli ölçüde siyasi, askeri, entellektüel ve duygusal ‘yatırım’ yapmıştır. K. Kore konusunda yapılan hazırlık ise Irak için olanla kıyaslanmayacak kadar azdır. 4) Bu işi bitirmeden diğerine başlamanın her iki işi de aksatacağından korkulmaktadır. 5) Irak harekatı ile İsrail’i güvenlik açısından rahatlatacağını düşünülmektedir.

6) K. Kore rejiminin devamından Amerika’nın dolaylı olarak çıkarı olduğu düşünülmektedir. Bu durum, Amerika’nın bölgedeki askeri varlığını meşrulaştırmaktadır. Pyongang’da bir rejim değişikliği iki Kore’nin birleşmesini ve sonrasında da Amerikan askerinin gerekliliğinin ortadan kalkmasını getirebilir. Ayrıca K. Kore tehlikesinin Japonya’yı Çin’e karşı Amerika’nın yanında tutmayı kolaylaştıracağı umulmaktadır. Pyongang nedeniyle Japonya askeri kapasitesini arttırma eğilimine girerse bunun Japonya ile Çin’i güvenlik rekabetine ‘kilitleyeceği’ düşünülmektedir. 8) Irak’ta rejim değişikliği ülkenin ve bölgenin enerji kaynakları üzerindeki Amerikan nüfuzunu arttıracaktır. Halbuki K. Kore'de rejim değişikliği başarılı olsa bile ekonomik yandan önemli bir getirisi olmayacaktır. 9) ABD Irak rejim değişikliği projesini başarıyla sonuçlandırırsa bu durumun takip eden dönemde K. Kore dahil diğer ‘problem’ ülkelere karşı Amerikan caydırıcılığını arttıracağı düşünülmektedir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


Çarşamba, Ocak 08, 2003
 
G- ABD 08 Ocak
Irak Konusunda ABD’ye Verilecek Desteğin Derecesini Etkileyecek Faktörler

Türkiye’nin Irak harekatı konusunda ABD’ye verebileceği desteğin dereceleri kademeli olarak şunlardır:1) Sadece hava sahasını kullandırma, 2) Hava üslerinden Irak’ın bombalanmasına izin verme, 3) Binlerle ifade edilebilecek sayıda özel kuvvetler ve istihbarat görevlisini topraklarından Irak’a geçmesine, 4) ve/veya topraklarında konuşlanmasına izin verme, 5) On binlerle ifade edilen sayıda Amerikan kara askerinin Türkiye’den transit geçmesine izin verme, ve bunu sağlamak için a)sadece Akdeniz b)ve ek olarak Karadeniz limanlarının kullanılmasına izin verme ve , 6) İncirlik üssüne ek olarak bölgedeki diğer üslerin kullanımına izin verme, ve bu amaçla tesis, havaalanı ve limanlarda yenileme, genişletme çalışmaları için ön tespit yapılmasına izin verme, 7) On binlerce Amerikan askerinin Türkiye’de savaş başlamadan a) belli bir süre için, b) ucu açık bir sürece konuşlanmasına izin verme, 7) ABD ile beraber ama Irak güçleri ile direk çatışmaya girmeden sınırdan belli mesafe içeride güvenlik, göç konusunda önlem alma amacıyla K. Irak’a girme 8) ABD ile koordineli Irak’ın kuzeyindeki petrol bölgelerine yönelik askeri müdahaleye bilfiil katılma, 9) Bağdat’a kadar ilerleyecek Amerikan güçleri ile beraber hareket etme.

Türkiye 27 Ocak’tan önce ve sonra bu derecelerin hangisine kadar hangi şartlarda gidebileceğini, gitmek istediğini ve kesinlikle gidemeyeceğini belirlemiş midir? Bu kararları etkileyecek faktörler şunlar olacaktır: 1) genel olarak Irak’ın ve K. Irak’ın geleceği ile ilgili siyasi, askeri ve ekonomik taahhütlerin boyutu ve inandırıcılığı, 2) yeni bir BM kararının varlığı ve şekli, 3) ABD ekonomik yardım paketinin boyutu ve şartları, 4) Türk kamuoyunun savaşa olan bakışı, 5) Irak yönetiminin davranışlarının dünya kamuoyu tarafından nasıl algılandığı, 5) ABD yönetiminin Ankara’ya uygulayacağı baskının düzeyi ve şekli, 6) Körfez ülkeleri ve Ürdün’ün Amerikan harekatına verecekleri destek, 7) İran ve Suriye ile Irak’ın geleceği il ilgili yapılan temasların başarısı, 8) AB ülkelerinin Türkiye’ye yaklaşımları, 9) Siirt’te Tayyip Erdoğan’ın da katılacağı seçim. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


Salı, Ocak 07, 2003
 
G- ABD 07 Ocak
Türkiye-ABD-Orta Doğu ve Gül’ün Gezisi

Amerika'nın 'boğucu' gücüne direnmenin optimal şekli, dozajı, metodu, kanalları ve bunun Washington'a ‘satılması’ önümüzdeki dönemde Türkiye dahil bir çok ülke için en önemli dış politika sorunlarından biri olacaktır. 1) ABD dünyanın tek süper gücüdür. Dünya ekonomisinin yaklaşık üçte birini, savunma harcamalarının yüzde 45’ini, askeri teknolojideki araştırma geliştirme harcamalarının yüzde 80’ini tek başına gerçekleştirmektedir. 2) ABD Türkiye ile ilişkisi, diğer her ülkeyle olduğu gibi, asimetriktir. 3) Türkiye ile ABD önemli bir çok konudaki çıkar ve istekleri aynı, benzer ya da uyumu olsa da bunun tersi durumlar da mevcuttur. 4) Washington’un Türkiye’den Irak harekatı ile ilgili talepleri net, mutlak ve ivedi ve iken, karşılığında vaad ettikleri muğlak, şartlı ve uzun vadelidir. 5) ABD, Türkiye’nin Irak konusundaki desteğinin sınırlı ve şartlı olmasının en önemli nedeninin 1991’den sonraki dönemde Washington’un Ankara’nın kayıplarına ve karşılaştığı risklere aldırmaz tavrından kaynaklandığını bilmelidir. ABD Irak’ta rejim değişikliğini gerçekten çok istiyorsa, Türkiye’nin bu çabanın maliyetlerinin bu sefer de Ankara’nın sırtına yığılmasına tahammülü olmadığını anlamalıdır. 6) Türkiye’nin ABD’nin Irak harekatı ile ilgili taleplerine direnmesinin kısa ve belki orta vadede bedelleri olacaktır. 7) Ancak uzun vadede, çıkarlarını kompleks duymadan koruyan, gerektiğinde 'zorluk çıkaran' ülkeler daha çok saygı görür. Hemen teslim olanlar, ‘önüne bir kaç milyar atıldığında’ 'her yola gelen’, ve ’çantada keklik görülenler’ istedikleri saygıyı görmezler. Bağımsızlık, özsaygı ve prestij, içi boş, ‘karın doyurmaz’ değerler değil, somut sonuçları olan kavramlardır. Türk dış politikası Amerikan amaçlarının 'otomatik pilotu'na bağlanmamalıdır.

Orta Doğu’da Amerikan politikalarına ‘atıp tutan’ ama sonunda Washington’un taleplerini‘tıpış tıpış’ kabul eden Arap devletleri Türkiye’nin askeri harekatı önleme amaçlı çabalarına ‘sevinsinler mi üzülsünler mi’ bilememektedir. Türkiye gibi ABD’nin yakın bir müttefiği bile harekatı engellemeye çalışırken onların içi boş demeçler dışında bir şey yapmaması bu devletleri ‘Arap caddesi’ karşısında daha da zor durumda bırakabilir. Başbakan Gül’ün gezisi Türkiye’nin savaşı samimi olarak istemediğini göstermesi açısından olumludur. Ayrıca bu çabalar Türkiye’nin gerektiğinde belki de Irak’ta girişmesi gerekebilecek askeri harekatta yayılmacı emelleri olmadığını anlatmada daha inandırıcı olmasını sağlayabilir. Bu gezi sonrasında Irak’ın toprak bütünlüğü konusunda özellikle İran ve Suriye ile koordineli hareket etmenin yolu açılmış olabilir. Ancak Türkiye Irak’ta Amerikan askeri harekatı sonrası ile ilgili endişelerini dillendirirken Kürt devletine karşı olduğunu yinelemek yerine Irak’ın toprak bütünlüğünün devamından yana olduğunu söylemesi ve bu isteği uluslararası hukuk ve bölgenin istikrarı gibi genel ideal ve amaçlara bağlaması daha uygun olabilir. Kürşat Tüzmen’in Irak gezisi sonucunda önemli ticari anlaşmalar imzalanırsa, Türkiye ABD’ye destek verdiğinde bu anlaşmaların Saddam sonrası dönemde de geçerli olacağı garantisini isteyebilir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


Pazartesi, Ocak 06, 2003
 
G- ABD 06 Ocak
ABD’ye Destek ve BM Kararı

Türkiye, yeni bir BM kararı olmadan Irak harekatında ABD’ye verebileceği desteğin maksimum düzeyini belirledi ve bunu Washington’a iletti mi? Washington, müttefiği Ankara vereceği desteği sınırlı tutarken Kuveyt başta olmak üzere bazı diğer Arap devletlerinden çok daha üst düzeyde destek görürse bu durumun sadece ABD yönetiminde değil, Kongre ve Amerikan kamuoyunda da Türkiye ile ilişkilere zarar verecek sonuçları olur mu? Ve nihayet Türkiye daha önce kesin ifadelerle kendini bağladığı yeni bir BM kararı olmadan destek vermeyeceği pozisyonundan geri adım atmak zorunda bırakılırsa bunun prestiji açısından sonuçları ne olur?

ABD’nin başka hiçbir ülkeye askeri, ekonomik ve diplomatik olarak ihtiyaç duymadan, onay, karar ya da meşruiyetine ihtiyaç duymadan Irak’a askeri harekat düzenlemeye gücü vardır. Ama böyle bir harekatın maliyeti ve riskleri çok fazla olacaktır. Bu noktada Washington, askeri harekat için yeni bir BM kararının hukuken şart değil ama siyaseten gerekli olduğu sonucuna varılabilir. Fakat ABD’nin bu kararın ilk karar gibi iki aya yakın bir sürede çıkmasına tahammülü yoktur. ABD, başta daimi üyeler olmak üzere Güvenlik Konseyi üyelerinin nabzını tutup istediği türden bir kararı çıkarabileceği sonucuna varırsa tekrar BM’ye gidebilir. Burada önemli olan soru üye ülkelerin nabzını tutarken desteğin düzeyi belirsizliğini korursa, karar çıkma ihtimali ‘ucu ucuna’ olursa, Washington’un karar için yüklenip yüklenmeyeceğidir. Acaba Bush olası bir vetoyu göze alır mı? Yoksa kararın çıkmayacağını görür ya da çıkmasından emin olamazsa harekata Güvenlik Konseyi’ni atlayarak mı başlar? Böyle bir durumda BM kurum olarak ciddi yara alacaktır. Dünya üzerindeki siyasi pozisyon ve güçleri önemli ölçüde BM Daimi üyesi olmaktan kaynaklanan başta Fransa ile Rusya ve Çin bunu engellemek için gerektiğinde son anda geri adım atmak da dahil olmak üzere elinden geleni yapacaklardır. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


Cuma, Ocak 03, 2003
 
G- ABD 03 Ocak
Irak ve K. Kore - İki Cephede Satranç

ABD yönetimi Irak’ta rejim değişikliği politikasına kendini neredeyse geri dönülmez bir biçimde bağlamış durumdadır. Bu noktadan sonra geri adım atmanın yönetimin ve Amerikan devletinin prestiji ve inanırlılığı açısından ciddi sonuçları olabilir. Irak’ta savaşı önleyecek, erteleyecek, şeklini, şiddetini ve amaçlarını değiştirecek gelişmeler ancak şunlar olabilir: Kore yarımadasındaki gerilimin üst safhaya tırmanması; 11 Eylül türü büyük bir terör saldırısı; Saddam’ın iktidardan çekilmesi ya da bir iç darbeyle uzaklaştırılması, öldürülmesi veya yurtdışına sürgüne gitmesi; BM denetçilerinin hazırladıkları raporda, Irak’ın ‘temiz olduğu’ ve işbirliği yaptığını yoruma yer bırakmayacak derecede net ifadelerle yer belirtmeleri ve bunun sonucunda BM Güvenlik Konseyi’nden yeni bir karar çıkmayacağı şeklinde hava oluşması; Amerikan kamuoyunda tek başına savaşa girmeye karşı bir kamuoyu oluşması ve Türkiye’nin yeni karar olmadan askeri üslerini açmayı reddetmesi ve belki bunu bir-iki Arap devletinin takip etmesi. Amerikan basınında yer alan bazı tersi haberlere rağmen Suudi Arabistan’ın BM kararı olmadan Amerika’ya -belki hava sahasını açma dışında- yardıma yanaşmayacağı düşünülebilir. Suudi Arabistan Irak harekatından a) kendi içinde istikrasızlık yaratması, b) gerek kendisinin gerek liderliğini yaptığı OPEC’in petrol piyasalarındaki hakim rolünün zayıflatması, c) Irak’ta demokratik bir yönetim kurulması halinde bunun kendi halkı için kötü bir örnek teşkil etmesi gibi ihtimaller nedeniyle kaygılanmaktadır.

Irak’a harekatı savunanlar genelde Kuzey Kore konusunda belki de şaşırtıcı derecede ‘ağırbaşlı’ bir tavır sergilemektedirler. K. Kore’nin nükleer silah yapmaya Irak’tan çok daha yakın olduğu ve dolayısıyla daha büyük ve ivedi bir tehdit olduğu yolundaki eleştirilere K. Kore’de şimdi olanların ‘eğer ellerini çabuk tutmazlarsa’ Irak’ta da gerçekleşebileceğini ve Saddam’ın bu silahlarla ABD’ye zarar verme isteğinin K. Kore yönetimiyle kıyaslanamayacak kadar çok olduğunu, coğrafi ve askeri nedenlerle K. Kore’ye karşı askeri güç kullanmanın çok daha riskli olduğunu, Irak’tan farklı olarak K. Kore’nin güçlü ve önemli komşuları olduğunu ve bunlar vasıtasıyla K. Kore’ye baskı yapmanın sonuç verebileceğini iddia etmektedirler. Bu arada Amerikan yönetimi, Kore yarımadasındaki krizden Japonların zihnine nükleer silah sahibi olmanın yakın gelecekte şart olabileceği yolunda fikirler getirebileceği, bunun da Çin-Japon ilişkilerini ABD lehine etkileyeceğini umuyor da olabilirler. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)