TurcoPundit |
|
US foreign policy and Turkish-American relations Şanlı Bahadır Koç
Archives
|
Cuma, Mart 14, 2003
G-ABD 14 Mart Amerikan Gücünü Dengelemek 90’lı yıllarda, niye ABD’ye karşı bir dengeleme olmadığı sorusu uluslararası ilişkiler teorisyenlerini meşgul etmişti. Bu soruya karşılık başta John Mearsheimer, Kenneth Waltz ve Christopher Layne gibi bazı teorisyenler, dengelemenin kaçınılmaz olduğunu, er ya da geç geleceğini ve ‘biraz sabretmemiz gerektiğini’ iddia ettiler. Bu dengelemenin yokluğunu açıklayan diğer yaklaşımlar şunlar oldu: 1) Bazıları dünya kapitalizminin ulaştığı seviyenin kapitalist ülkeler arasında ‘eski moda’ bir güç politikasını imkansızlaştırmasa da çok zorlaştırdığını savundular. 2) Başka bir bakış açısına göre ise Batı ile İslam ya da Çin (ya da ikisi ile birden) bir çatışma yaşanacağı için önde gelen Batılı devletler aralarında bazı anlaşmazlıklar yaşansa da son tahlilde stratejik düzeyde birlikteliklerini koruyacaklardı. 3) Bazı teorisyenler güç dengelemesi (balance of power) politikasının tarihteki sözde örneklerinin abartıldığını ve aslında 19. yüzyılda bile bu dinamiklerin sanıldığı kadar net ve otomatik olmadığını ve araya coğrafi, kültürel ve psikolojik faktörlerin girebildiğini iddia ettiler. 4) Josef Joffe gibi bazı yorumcular ise ABD’ye dengeleme amaçlı bir koalisyonun oluşmamasını ABD’nin diğer büyük güçlerin çıkar ve güvenliğini tehdit etmeyen, ‘uslu’ ve temkinli bir güç olmasına bağladılar. Başka bir bakış açısına göre ise Soğuk Savaş dünya tarihi için ciddi bir anomali idi. Bu dönemde güç dengelemesi teorilerine aykırı olarak en güçlü devlet ikinci dışındaki bütün diğer güçlü ülkeleri kendi şemsiyesi altında toplamıştı. Bu arada ABD Soğuk Savaş’ta öyle çok güçlenmiş ve diğerleriyle arayı öyle açmıştır ki, artık toplu olarak bile dengelenemez bir hale geldi. ABD, Soğuk Savaş’ın ittifak içi dinamikleri sonucunda müttefiklerini kendine önemli ölçüde bağımlı hale getirmiştir. Bunlara ek olarak ABD teknoloji, globalleşme, ‘soft power’ ve askeri gücü sayesinde daha önceki hegemonlara nasip olmayan derinlik ve coğrafi ölçekte bir kontrol sağlamıştır. Soğuk Savaşı’ın bitmesi ile ABD ile diğer ülkelerin tek tek ve hatta beraber güçleri arasındaki fark iyice ortaya çıktı. Herkesi gözleyen, her şeyden haberdar olan, kendine karşı oluşabilecek oluşumları daha doğmadan torpilleyebilecek ‘antenleri’, zamanı, coğrafi hinterlandı, yerel müttefikleri, bürokratik-stratejik-enformatik-askeri akli gücü olan ABD, ‘erişilmez,’‘engellenemez’, ‘nev-i şahsına münhasır,’ diğer ‘ölümlü devletler’den farklı ve onların tabii olduğu kurallara uymayan ve uymak zorunda da olmayan bir güç gibi görünmeye başladı. 90’lı yıllarda bu durumun devamına ve gelişmesine 1) Avrupa Birliği’nin neredeyse tamamen kendi entegrasyonu ile meşgul olması, 2) Çin’in büyük ölçüde dış ticaret, yabancı sermaye ve yabancı teknoloji transferine bağlı olduğu bir gelişme döneminde olması ve kendini önemli ölçüde ABD’ye bağımlı hissetmesi ve kendini onunla boy ölçüştürmeye hazır hissetmemesi, 3) Rusya’nın çöküşün şoku ve sersemliğini henüz üzerinden atamaması, ve 4) Clinton’un ABD’nin gücünü ve ‘sert yumruğunu kadife eldiven içinde’ gizleyen yumuşak tarzı da yardımcı olmuştur. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)
Comments:
Yorum Gönder
|