TurcoPundit |
|
US foreign policy and Turkish-American relations Şanlı Bahadır Koç
Archives
|
Cuma, Mart 21, 2003
G-ABD 21 Mart Washington'un Kumarı ve Türkiye Washington Türkiye’yi ‘ucuza kapatmak’ istemiş ve Türkiye ile anlaşmak için atabileceği adımların hepsini atmamıştır. Çok tekrarlanan ve haklı bir klişe ile söylemek gerekirse ‘ABD’nin savaşı bir şekilde kazanacağına şüphe yoktur, ama barışı kazanıp kazanmayacağı belli değildir.’ Görebildiğimiz kadarıyla, ABD Türkiye üzerinden bir cephe açmak için atabileceği bazı adımları atmayarak hem savaş için hem de barış için gereksiz bazı riskler almıştır ve bu nedenle zor duruma düşmesi imkansız değildir. Irak tarafında beklenenden fazla bir direnç olduğu iddia edilebilir. Bu direnç birkaç gün daha sürebilirse Washington kendini askeri çatışmayı tırmandırmak zorunda hissedebilir ve bombardımanın dozajını arttırmak isteyebilir. Belli bir yanılma payı bırakarak denebilir ki bu durumda Washington’un ağır bombardıman uçaklarının Türk hava sahası üzerinden Irak’ı bombalaması seçeneğine olan ihtiyacı artabilir. Bu gerçekleşirse Washington tekrar ve bu sefer panikle kapımızı çalabilir mi? Bu ihtimal çok yüksek değildir ama imkansız da değildir. Büyük çaplı bir Kuzey Cephesi açılmadığı için petrol kuyularının ateşe verilmesi engellenemezse, Kürtler kontrolsüz hareket ederlerse, Washington’un uyarılarına rağmen Türkiye Kürtlere karşı harekete geçerse, Kuzey’den tehlike olmadığını gören Irak’ın bu bölgedeki gücünü de Bağdat’a kaydırması sonucu başkent ve çevresindeki direniş uzarsa, ABD Ankara’yla anlaşamamanın maliyetleri ile yüzleşebilir. Ancak şu kabul edilmelidir ki, ABD yukarıdaki riskleri ve hatta daha fazlasını bile göğüsleyebilir. Bizim ise ABD ile minimal düzeyde bile anlaşamamamız ve hatta ilişkilerimizin daha gerilmesi nedeniyle uğrayabileceğimiz zarar ve risklerin farkında olmamız gerekir. Bunun farkında olmak ve sorumluluğunu hissetmek şartıyla gerilimi tırmandırma, isteklerimizden geri adım atmama, zorluk çıkartma ve ‘ya hep ya hiç’ pozisyonu kabul edilebilir. Olayların savaşın doğası gereği şekilsiz olduğu ve çok hızlı değişebildiği bir dönemde yaşıyoruz. Irak kimyasal silah kullanırsa, Irak halkı Amerikan askerlerini ‘bağrına basarsa’ harekatın meşruiyeti savaştan sonra güçlenecektir. Ama Irak kimyasal silah kullanmazsa ve dahası bu tür silahlara sahip olmadığı ortaya çıkarsa, Irak halkı da beklenenin aksine rejimi desteklemese bile Amerikan işgaline karşı koyarsa ya da en azından rejime karşı ayaklanmazsa, savaşın tırmanması sonucu sivil kayıplar artarsa Irak’ta savaşı kazanmak otomatik olarak barışı garanti etmez ve meşruiyet tartışmalarını sona erdirmez. Bu arada K. Irak cephesinde Kürtlerin Musul-Kerkük’te bir oldu-bittisiyle karşılaşma ve muhaliflerin yurtdışında ya da daha muhtemelen K. Irak’ta sürgünde Irak devleti ilan etmeleri ihtimalleri geçerliliğini koruyor görünmektedir. ‘ABD’nin BM kararı olmadan Irak’a saldırmasını eleştiriyoruz o zaman Türkiye, BM kararı olmadan K. Irak’a girebilir mi?’ sorusu sorulmaktadır. Savaş başladıktan sonra, çıkarlarının bunu gerektirdiğini düşünürse, Türkiye BM kararı olmadan K. Irak’a girebilir. Ancak bunun en iyi yol olduğu hala tartışmalıdır. ABD kendi istediği hız ve netlikte bir başarı kazanamamış olursa Türkiye’yi durdurmak için o alandaki askeri opsiyonları sınırlı olacaktır. Bu nedenle siyasi ve ekonomik sopaları kullanmak zorunda kalabilir. Washington’un pervasız ve gereksiz ‘zar atımı’ Türkiye’yi de aynı şeyi yapmaya itmektedir. Şu ana kadar Türkiye açısından ortaya çıkan sonuç ideal olmaktan çok uzak olsa da, bunun otomatik olarak Amerika’nın taleplerine ‘sorgusuz sualsiz’ kabul etmek anlamına gelmediğinin altına çizmek gerekir. Türkiye’nin ABD’ye direnmesi prensip olarak doğru bir karardı ancak bu tür bir politikayı uygulamak için diplomatik becerimizin yeteri kadar olmadığı iddia edilebilir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)
Comments:
Yorum Gönder
|