TurcoPundit |
|
US foreign policy and Turkish-American relations Şanlı Bahadır Koç
Archives
|
Pazartesi, Ağustos 18, 2003
Bu mesajı e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız G-ABD 18 Ağustos Cheney-Rumsfeld ile Wolfowitz Arasındaki Fark / Irak Üzerine Amerika’nın Orta Doğu’yu değiştirmek istediği doğrudur ama bunu başaracağı kesin değildir. Bu durum Bush 2004 seçimlerini kazansa bile böyledir. Amerika’nın başarılı olmak için gerekli olacak kadar kaynak, istek, beceri ve sabrın hepsine birden sahip olduğu şüphelidir. ‘Amerika’nın başarısız olması’ ise bu bölge üzerindeki etkisini kaybetmesi ve askeri olarak çekilmesi değil, Orta Doğu’yu demokratikleşme yönünde koyduğu hedefe ulaşamadan bu hedefinde revizyona gitmesi ve yönetimi Amerikan yanlısı olan ya da en azından Amerikan aleyhtarı olmayan temsil gücü tartışmalı Iraklılara devretmesi halinde gerçekleşecektir. İşler zorlaştıkça Cheney-Rumsfeld ekibi ile Wolfowitz’in temsil ettiği grup arasında şu ana kadar yüzeye çıkmayan ama gerçek ve iki tarafın da farkında olduğu farklılıklar daha netleşebilir. Eğer Bush tekrar seçilir ve Powell ya da onun gibi çok taraflılığa eğilimli realistlerden bir isim, mesela yarın Türkiye’ye gelecek Senatör Richard Lugar gibi biri, Dışişleri Bakanlığı görevini almazsa, Bush’un muhtemel ikinci döneminde tartışmalar hakimiyet isteyen ama ulus ve devlet inşası ile demokratikleşmeye mesafeli bakan ve Irak’ta işler zora girerse bunlarda ısrar etmeyecek Cheney-Rumsfeld ekibi ile demokratikleşme konusundaki samimiyetine inanmak için nispeten daha çok neden olan Wolfowitz arasında yaşanabilir. Şu ana kadar bu iki grup arasındaki çelişkiler çok fazla ortaya çıkmamıştır çünkü Powell okulunu kontrol etmek için ikisinin ortak hareket etmesi gerekmiştir. Ayrıca yaşanan krizler henüz bu iki grup arasındaki farklılıkların öne çıkmasını gerektirecek tür ve boyutta değildi. Eğer bu iki grubu bir anlamda birbirine bağlayan Powell veya onun gibi biri dış politikada önemli bir pozisyonda yer almazsa özellikle Irak’ta yaşanabilecek olumsuz gelişmeler yukarıdaki iki grubun dünya görüşü arasındaki farklıların ortaya çıkması için uygun bir ortam yaratabilir. Irak’taki problemler derinleşirse Cheney-Rumsfeld ekibi burada Amerikan yanlısı olması şartıyla ne derece demokratik olduğuna tam bakmadan acele bir yönetim kurarak stratejik üsler dışında çekilmeye daha yakın olabilirler. Wolfowitz ise Irak’ı ve Orta Doğu’yu gerçek anlamda dönüştürmeye daha istekli gibidir. Bu onun saf bir idealist olduğu anlamına gelmemekte ama, sadece, bazı ideallerin gerçekleşmesi için daha fazla maliyet ve risk üstlenmeye hazır olduğu şeklinde yorumlanmalıdır. Ancak kabul edilmelidir ki, bu iki grup arasındaki aslında önemli olan farkın ille de yüzeye çıkması ve bir çatışmaya neden olması gerekmez. Pekala ortak paydalarda buluşmaya devam edebilirler. Ama muhtemelen bu şimdiye kadar olandan daha zor olacaktır. Bu iki grubun aslında bir anlamda Amerikan dış politikasındaki iki ayrı damarı (Theodore Roosevelt ile Woodrow Wilson) temsil ettiklerini bilmenin akademik olanın ötesinde bir önemi olabilir. Nasıl ABD’nin Türkiye’nin genelde Kürt sorununu özelde de PKK terörünü ele alışına yönelik çekinceleri, uyarıları, eleştirileri ve zaman zaman da yardım ve işbirliği için şartları ve telkinleri oluyorsa, aynı şeyi Türkiye’nin Irak’la ilgili olarak ABD’ye yapmasında garipsenecek bir taraf olmamalıdır. Bu durum iki ülke arasındaki güç asimetrisine ve Türkiye’nin ABD’ye özellikle ekonomik ve askeri konulardaki bağımlılığına rağmen böyledir. Bu arada, bazı çevrelerde dile getirildiği gibi gerçekten de ‘Türkiye’nin Irak politikasının K. Irak’la sınırlı olmaması’ gerekir. Ama bu ifade, K. Irak’ta olanları önemsemememiz ve bunlara kayıtsız kalmamız demek değil, K. Irak’ta olacakları etkileme kapasitemizi arttırmak için Irak’ın bütününde – her ne kadar bu deyim, aynen ‘milli çıkar’ kavramı gibi gelişigüzel ve kötüye kullanılmaya müsaitse de - ‘kart toplamaya’ çalışmalıyız anlamında kullanılıyorsa doğrudur. Türkiye K. Irak’ın geleceğini etkilemek için bu bölgenin kendisinde önemli kartlara sahip değildir. Ya da şöyle demek gerekirse savaş öncesinde zannedilen kadar önemli ve kullanılabilir ‘kartlarımız’ yoktur. Bu nedenle Kürtleri Irak’ın bir parçası olmaya ikna etmek için a) Irak’ta istikrar sağlamaya çalışmalı ve b) eğer bu olmaz ya da bir şekilde Kürtler bağımsızlıkta ısrar ederlerse onları ‘ikna etmek’ için Sünni ve Şiilerle beraber hareket edebilmeliyiz. Irak’ın geneline bakmamızın nedeni Irak’ın her yerinde olan olaylar bizi aynı derecede etkiliyor demek değil ama Irak’ın Kuzeyi dışında yaşananlar Kuzey’deki gelişmeleri ve bizim onlara etki yapma gücümüzü etkiler demektir. Kürt devletini önlemek için İran ve Suriye ile beraber davranma fikri savaş öncesinde bir çok kez dile getirilmişti. Ama pratikte bunun çok mümkün olmadığı ya da olsa bile etkisinin sınırlı olabileceği görülmektedir. Öncelikle 1) bu üç ülkenin Kürt devletinin kurulmasına yönelik endişeleri değişik derece ve önceliklerdedir. 2) ABD Türkiye dahil bu ülkelerin Irak’a müdahale etmesine tahammülü olmadığını Süleymaniye olayı ile çok çarpıcı bir şekilde orta koymuştur. Tahran ve Şam bu olaydan sonra ‘müttefiğine böyle davranan bize ne yapmaz’ diye düşünmüş olsalar gerektir. Bu üç ülkenin Kürt devletinin kurulmasını askeri olarak önleme anlamında bir girişimde bulunmaları şu an mümkün görünmemektedir. 3) Bu üç ülkenin birbirlerinin güvenilirliğine dair şüpheleri vardır. Her üçü de birbirleri için (‘acaba gizlice Washington’la anlaşabilirler mi?)’ diye düşünmektedir ve bu güvensizlik Washington’un da katkılarıyla daha da arttırılabilir. 4) Pratik anlamda bu üç ülkenin Kürt devletinin kurulmasına karşı hangi adımları atabileceği sorusu nedense yeterince cevaplanmamıştır. Bu üç ülke şu ana kadar üst düzeyde bir araya gelip Irak’ın toprak bütünlüğüne yönelik güçlü ve dramatik bir bildiri bile yayınlayamamışlardır. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)
Comments:
Yorum Gönder
|