TurcoPundit

US foreign policy and Turkish-American relations
ajp1914@yahoo.com
Home
Foreign Press Review
Şanlı Bahadır Koç


This page is powered by Blogger. Isn't yours?
Çarşamba, Temmuz 31, 2002
 
G- ABD 25 Aralık
Türk-Amerikan İlişkileri

Türk-Amerikan ilişkileri üzerinde düşünülürken gözden çıkarılmaması gereken can sıkıcı gerçek Türkiye’nin ABD’ye olan ihtiyacının ABD’nin Türkiye’ye olan ihtiyacından daha fazla olduğudur. Ancak yine de Türkiye, kendi çıkarını hesapladıktan sonra ABD’ye topraklarına büyük sayıda asker konuşlandırmasına izin veremeyeceği sonucuna varabilir. Bunun sonucunda, Washington ile ilişkilerimiz ‘derin yaralar’ alacak ve ABD Türkiye’yi ‘cezalandıracaksa’, o zaman zaten bu ilişki ‘kaba bir çıkar aritmetiğine dayanıyor’ ve çok sağlıklı değil demektir. ABD, bu coğrafyadaki ender yakın müttefiklerinden Türkiye ile ilişkilerini ciddi olarak zedeleyecek adımlar atmaktan kaçınmalıdır.

Türkiye’nin ekonomik durumu ve dış krediye bağımlı olması ikili ilişkilerde ABD tarafından önemli bir koz olarak kullanılmaktadır. İşin kaygı verici yanı, ABD’nin Türkiye politikasını yürütenler eğer Ankara hala ciddi bir ekonomik krizin içinde olmasaydı Washington’un taleplerine şimdi olduğundan çok daha fazla direneceğini bilmektedirler. O halde bu durumun devam etmesi gerektiğine hükmediyor olabilirler. Bu mantık daha da ileri götürülürse Türkiye’nin ekonomik sorunlarının, en yakın stratejik müttefiğimiz olan ABD’ye avantaj sağladığı sonucuna varılabilir. Ancak öte yandan Rusya, Çin ve diğer ülkelerle geliştirilecek ilişkilerin ABD ve AB ile olan münasebetlere rakip olması düşünülmemelidir. Rusya ve Çin ancak tamamlayıcı türden ilişkilerimiz olabilir. Bu ülkelerle daha derin ve yakın ilişkiler diğer ortaklarımızla yapılan ittifak içi pazarlıklarda Türkiye’yi daha güçlü kılar. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)

G- ABD 24 Aralık
ABD ile Irak Pazarlığı

Türkiye’de büyük sayıda Amerikan ve İngiliz askerinin konuşlanmasının stratejik, diplomatik ve psikolojik mahzurları vardır. ABD’nin Türkiye’den istediği şeylerin hepsini alacağını ummadığı düşünülebilir. İsteklerin bazıları asıl gerekli olduğu düşünülen talepleri elde etmek için pazarlık amacıyla listeye eklenmiş olabilir. Türkiye’nin –doğru veya yanlış- çıkarlarını farklı gördüğü noktalarda Amerikan politikalarından ayrılması normal karşılanmalıdır. Washington’un isteklerine tam olarak karşılık vermemek ABD ile ilişkilerimiz bozmamalıdır. Türkiye’nin rahatsızlık, endişe ve zorlukları Washington’a açıkça, defalarca ve mümkün olan en üst düzeyde iletilmelidir. Kendisi direk ve ivedi bir tehdit altında olmayan bir ülkenin yüz binlere varan sayıda yabancı askeri topraklarına kabul etmek istememesi anlaşılabilir bir durumdur. ABD’ye verilecek izin ve yardımlar süre ve şekil olarak sınırlandırılmalı, şartlara bağlanmalı, gerektiğinde Türkiye tarafından geri çekilebilir olmalıdır. Askeri uzmanlar genel olarak ABD’nin Irak müdahalesinin kısa ve nispeten çok yıkıma neden olmadan sonuçlanacağı tahmininde bulunsalar da savaşın doğası gereği bunun tersi de olabileceği ihtimali göz önünde bulundurulmalı ve çatışmanın uzaması ve tırmanması durumunda ABD’nin Türkiye’deki üsleri bizim çıkarımıza olmayan şekillerde kullanabilme ihtimaline karşı önlemler alınmalıdır.

ABD’ye hava üslerini açmak dahil verilecek her destek için karşılığında, bu ülkeden Irak’ın toprak bütünlüğü ve savaş sonrası alacağı siyasi şekli, ticaret, yatırım ve diğer ekonomik projeleri ve Türkiye’nin güvenlik kaygıları ile ilgili somut ve en üst düzeyde garantiler alınmalıdır. Bunların arasında mümkün ve uygun olanların ABD’li yetkililer tarafından kamuoyuna açıklanması istenmelidir. Türkiye’nin güvenliğine zarar verecek gelişmeler oluştuğunda müdahale etme hakkı ve serbestisini sınırlayacak taahhütlere girilmemelidir. İran ve Suriye –ve belki de diğer bölge ülkeleri ile- Irak’ın toprak bütünlüğünü açık ve bağlayıcı ifadelerle garanti altına alan ortak bir yazılı metinin hazırlanmasına Türkiye öncülük etmelidir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)

G- ABD 20 Aralık
Irak - 2004 seçimleri

Irak’ın 11 bin sayfalık beyanında olduğu iddia edilen eksik ve tutarsızlıklar BM kararının ‘somut ihlali’ midir? BM ve ABD, raporda Irak’ın geçmişte sahip olduğu bilinen silah ve programların akıbetinin belirtilmediğini savunmaktadır. ABD harekat için son kez yüklenmeden önce Iraklı bilim adamlarını ülke dışına çıkarmayı deneyecektir. Bu noktada Irak’tan gelecek ilk ciddi direniş ya da engellemenin sonrasında harekat için gerekleri şartların oluştuğunu iddia edebilecektir. Bu arada ABD’nin Irak’ta kontrolü nasıl elinde tutacağı (direk ya da dolaylı), iktidarın hangi unsurlarını, ne zaman ve kime devredeceği, yeni bir Meclis, anayasa, hükümet ve seçimlerin ne zaman ve ne şekilde gerçekleşeceği, petrol kaynakları kimin kontrolünde olacağı, değişik etnik ve sosyal gruplar arasında çıkacak çatışmalarda hakemlik rolünde ne ölçüde taraflı olacağı, siyasi gerçeklerle demokratik idealler çeliştiğinde tercihini hangi yönde kullanacağı gibi sorular cevap beklemeye devam etmektedir.

2004 Başkanlık seçimi geldiğinde Bush’un arkasında 3 yıllık terörle mücadele tecrübesi olacak. Bu nedenle Demokrat Parti Geoge Bush’un karşısına askeri kökenli (Wesley Clark) ya da savaş tecrübesi olan bir adayla (John Kerry) çıkabilir. Dış politika, ulusal güvenlik ve terörle mücadele gündemdeki yerini korursa Demokrat adaylar Başkan gibi sert olmakla beraber dış yardım, uluslararası kurumlar ve işbirliği, daha iyi istihbarat, demokratikleşme gibi ‘akıllı’ güvenlik politikalarına vurgu yapabilirler. Ayrıca Demokratlar Amerikan halkına Bush’un, belki gözden kaçan ama önemli, hata ve eksiklerini vurgulayabilirler. Bunların en çarpıcı ve önemli olanları Başkan’ın 11 Eylül öncesi gelen uyarılara karşın ciddi önlemler almaması, Bin Laden’i Tora Bora’da elinden kaçırması, Orta Doğu barış görüşmelerinin tıkanmasına rağmen ilgisiz tavrı ve dış politikayı Irak’a odaklayıp terörle mücadeleyi boşlamasıdır. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)

G- ABD 18 Aralık
2004 Seçimleri

Bush 2004 seçimleri için en çok hangi Demokrat’tan korkmalı? Al Gore’un başkanlığa aday olmayacağını açıklaması 11 Eylül ve muhtemel bir Irak zaferinden sonra Bush’u yenebileceğine güvenmediğine kanaat getirdiği içindir. Amerikan kamuoyu Gore’un iki yıl önce Bush’tan fazla oy almasına ve Başkan’ın önemli hatalar yaptığını açıklamasına rağmen yarışa girmemesini –doğru veya yanlış- rakibinden çekinmesiyle açıklayacaktır. Gore, belli belirsiz, Amerikan seçmeninin büyük kısmının kendisi Başkan olsaydı 11 Eylül’den sonra Bush’un terörle mücadele alanında kazandığı ‘başarıları’ kazanamayacağını düşünmesinden korkmuş olabilir. Amerikalılar üzerinde 11 Eylül’ün etkisinin ne zaman önemli olmaktan çıkacağı ve 2004 seçimlerinde de seçmenlerin oylarını belirleyen en önemli konunun terör ve ulusal güvenlik olmaya devam edip etmeyeceği konusu tartışmalıdır. Bu atmosferdeki değişim Demokratların Bush’a rakip olarak çıkaracakları adayın kim olacağını etkileyecektir. Terör ve ulusal güvenlik endişelerinin önemini koruması Demokrat Parti’de dış politikada şahin, içeride merkez adayların şansını arttıracaktır.

Terör gündemdeki yerini kaybeder ve ekonomik konular ve burada Bush’un zayıf karnesi öne çıkarsa Demokrat Parti’de merkez aday ve argümanların zayıflayıp –Amerikan ölçülerinde- nispeten daha ‘sol’ bir platform üzerinden siyaset yapılması ihtimali dile getirilmektedir. Senato eski çoğunluk lideri Tom Daschle ise Kongre seçimlerindeki başarısızlıktan sonra önemli bir yara alsa ve önümüzdeki dönemde azınlık liderliğini yürüteceği için kampanya yapması zor görünse de aksini açıklamadığı sürece aday olacağı varsayılabilir. Joe Lieberman, Gore yarışa girerse kendisinin girmeyeceğini açıklamıştı. Şimdi eski Başkan Yardımcısı çekildiğine göre dış politika da Demokrat Parti’nin en şahin sesi ve dindar bir Yahudi olan ve arkasında önemli bir kampanya tecrübesi bulunan Lieberman’ın adaylığını açıklayacağı beklenebilir.Vietnam Savaşı’nın madalyalı gazisi ve sonra da savaş karşıtı John Kerry başka önemli bir isim olarak görünmektedir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


G- ABD 17 Aralık
ABD ve ‘Şer Ekseni’

Washington Irak’a askeri olarak müdahale ederse bunu diğer ‘şer ekseni’ ülkeleri takip eder mi? Bu soruya şimdiden net bir cevap vermek kolay olmasa da şu saptamalarda bulunulabilir: Irak’tan sonra Rusya, Çin ve AB, İran’a karşı bir askeri harekata çok daha fazla direniş göstereceklerdir. İran, coğrafi ve nüfus büyüklüğü, halkın belli ve belki de çoğu kesimlerindeki şiddetli anti-Amerikan duygular ve bu ülkedeki kötü hatıralar nedeniyle ABD tarafından işgal edilebilir olmaktan çok uzaktır. İran-İsrail ilişkileri düşmanca olsa da, Tahran’ın aradaki mesafe nedeniyle şu an için ivedi bir tehdit olmadığı düşünülebilir. Ancak ABD’de bazı şahinlerin umduğu gibi Saddam’ın devrilmesi İran’ın içinde bir rejim değişikliğini tetikleyebilir.

K. Kore, Irak’a kıyasla askeri olarak çok daha zor bir rakiptir. Pyongang, Irak’tan farklı olarak nükleer silahı olma ihtimali bulunduğu, bunu G. Kore ve Japonya ve bu ülkelerde bulunan Amerikan askerlerine karşı kullanma tehdidinde bulunabileceği için askeri müdahalede bulunulması zor bir ülkedir. Ayrıca İsrail’e ve petrole uzak olduğu için Amerikan tehdit algılamalarında nispeten daha az yer tutmaktadır.Ancak K. Kore elindeki füze ve kitle imha silahları teknolojisini yaymaktan pek çekinmeyen görüntüsüyle önümüzdeki dönemde Washington için çok ciddi bir baş ağrısı olacak gibi görünmektedir.Irak’a karşı başarıyla uygulanan bir askeri müdahalenin İran, K. Kore ve Suriye gibi ülkelere yönelik Amerikan caydırıcılığını daha da güçlendirerek onları ‘maceraya atılmaktan’ alıkoyacağı düşünülmektedir. Bunlar arasında Suriye halihazırda Amerika’ya ‘göz kırpar’ görünmektedir.(Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)

G- ABD 16 Aralık
Irak harekatı ve Amerikan İç Politikası

Bush kendini Irak’a harekat fikriyle öyle özdeşleştirdi ki hem iç hem de uluslararası politika gerekleri nedenleriyle bundan vazgeçebileceği çizgiyi çoktan aşmış durumdadır. ABD muhtemelen Mart ayı bitmeden Irak’a karşı askeri harekata başlayacaktır. Bunun en önemli nedeni Yönetimin, ülke içinde savaşa karşı oluşmaya başlayan ve sadece geleneksel savaş karşıtlarıyla sınırlı olmayan kamuoyunun bunu önleyecek boyutlara ulaşmasından korkmasıdır. Harekatın önündeki süre uzadıkça savaşın riskleri ve muhtemel menfi sonuçları üzerine daha fazla tartışılmaktadır. Türkiye’de Amerika’nın Irak’a askeri müdahalesi tartışırken hemen hiç dile getirilemeyen önemli bir konu Washington’un başarılı olması halinde Türkiye’ye duyacağı ihtiyacın azalıp azalmayacağı meselesidir. Irak’ı işgal eden ya da kurduğu kukla rejimle burada ‘birkaç İncirlik’ kurabilecek olan ABD’nin gözünde Türkiye’nin coğrafi konumunun en azından Orta Doğu boyutundaki önemi azalabilir. Bu durumun Türkiye'yi sadece üsleri nedeniyle hatırlanan bir ülke olmaktan çıkarıp 'normalleşmesine' katkıda bulunabileceği için uzun vadede olumlu sonuçları da olabilir.

Bush Irak’ta meşgulken ya da Irak harekatıyla ilişkili olarak gerçekleşebilecek 11 Eylül büyüklüğünde bir terör eylemi, Irak’ta hızlı, masrafsız ve net bir zafer kazanılamaması, ekonomik belirsizliğin devamı, yeni şirket skandalları, 11 Eylül olayı ile ilgili Bush’un kusurlu olduğu imajı doğurabilecek ifşaatler, son Lott olayında olduğu gibi Cumhuriyetçi Parti’nin ‘çirkin yüzünü’ ortaya çıkaran skandallar ve Demokratlardan oy çalacak üçüncü bir adayın seçime girmemesi Bush’un tekrar seçilmesini engelleyebilecek en önemli faktörler olarak görünmektedir. Ekonomik takımını yenileyen Bush Irak harekatından sonra ekonomiye ağırlık veren bir görüntü çizmeye çalışacaktır.Yönetim, ekonomideki problemleri çözmek için Irak’ın yarattığı belirsizliğin bir an önce aradan çıkması gerektiğini düşünecektir. Bush’un siyasi danışmanları Irak’ta başarı ve kısmi de olsa ekonomik bir rahatlatmanın muhtemelen Bush’a ikinci seçim zaferini getirmeye yeteceğini hesaplamaktadır. Al Gore’un aday olmayacağını açıklaması ile bir anlamda bir çok kusuru - ya da eksiği- olmasına rağmen son seçimde Bush’tan fazla oy alan önemli bir rakip aradan çıkmış olsa da, Gore’un çekilmesini geciktirmemesi, onun gölgesinde kalmadan Bush’u sıkıştırabilecek yeni yüzlerin ortaya çıkmasına fırsat sağlayacağı için Cumhuriyetçiler açısından olumsuz olarak da görülebilir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


G- ABD 13 Aralık
ABD-AB-Türkiye ve K. Kore ne yapıyor

Türkiye AB konusunda Amerika’dan destek almakta ısrar etmesi yanlış ve sonuç itibariyle başarısız olmuştur. Avrupalılar bilinen başka bir çok şeyin yanında Türkiye’ye verecekleri tarihin Washington’un başarı hanesine yazılacağından çekinmişlerdir. Avrupalılar, ‘ABD Meksika’yı içine alıyor mu ki biz Türkiye’yi alalım?’ demektedirler. Amerikalılar, Türkiye’nin 2005’te de büyüklüğü, fakirliği, sosyal yapısında Avrupai olmayan unsurları, coğrafi konumu, AB halklarının isteksizliği ve korkuları gibi nedenlerle Avrupa tarafından itilmeye devam edeceğinden emin oldukları için Türkiye’yi destekler görünmekte bir sakınca görmemişlerdir. Bir ihtimal bu desteğin ters tepeceğini hesap etmiş de olabilirler. ABD asıl, Türkiye’yi AB projesinden soğutmaya çalışsaydı bunun AB ve Ankara beraberliği ihtimalini arttırabileceğini fark etmiş olabilir.

ABD Yönetimi basına yeni sızdırdığı bir belgede kitle imha silahlarını kullanma ve yasa dışı yollardan edinmeye çalışan ve edinmiş ülkelere karşı ön alıcı saldırılar düzenlemenin artık Amerikan yönetiminin politikası olduğunu ortaya koymuştur. Bu arada Kuzey Kore’nin Yemen’e Scud füzesi sattığının ortaya çıkması ve sonrasında da yine aynı ülkenin 1994’te durdurduğu nükleer programını tekrar başlatacağını açıklaması dikkatlerin tekrar bu ülke üzerine yoğunlaşmasına neden olmuştur. Bu ülkenin Amerikan çıkarları için açıkça olumsuz eylemler içine girmesi bazı kesimlerde Irak’tan önce bu sorunun çözülmesi gerektiği yolundaki sesleri yükseltebilir. Irak harekatını savunanlarsa, ABD’ye düşman olan ve eline fırsat geçerse ona zarar vermekten kaçınmayacak Irak’ın aksine K. Kore’nin bu provokatif eylemlere Washington’un ilgisini çekmek ve ekonomik bir pazarlığa girmek için yaptığı yorumları yapılmaktadır. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


G- ABD 11 Aralık
Tüketebileceğimizden daha fazla soru - Elliot Abrams’ın yeni görevi

Erdoğan’ın Bush’tan Avrupa liderlerini bir kez daha aramasını istemesi doğru mu? ABD’den AB üyeliği yerine ağırlığını Kıbrıs konusunda Türkiye lehine koymasını istemek daha akıllıca olabilir miydi? Kopenhag zirvesinden Türkiye ile ilgili alınacak karar Ankara’nın Irak ile ilgili ABD’ye vereceği cevabı nasıl etkiler? 2005 tarihi Türkiye’yi Washington’un kucağına atar mı? Atmalı mı? Kopenhag’da alınacak ‘şevk kırıcı’ bir cevabın Türkiye’nin Orta Doğu, Kafkaslar ve Orta Asya’daki ilişkilerini ve buralardaki ağırlığını olumsuz etkiler? Irak harekatı için referandum yapma fikri -ya da tehdidi- ilk başta ciddiyetten uzak gibi görünse de aslında ABD’ye karşı pazarlık marjımızı arttırmıyor mu?

Önde gelen muhafazakarlardan Elliot Abrams’ın Ulusal Güvenlik Konseyi’nde Orta Doğu sorumluluğuna getirilmesi Washington’un Irak’a karşı askeri bir harekat düzenlemekte kararlı olduğunu ve harekatın aleyhinde ortaya atılabilecek onca argümana, harekatın risk, maliyet ve zorluklarına, Amerikan ordusu, istihbarat kurumları, Dışişleri bürokrasisi, medyanın belli bir kısmı tarafının ciddi rezerv, şüphe ve değişik derece ve şekillerdeki muhalefetine rağmen ‘bu işin olacağını’ düşündürtmelidir. Ayrıca İsrail’e çok yakın bir isim olan Abrams’ın bu göreve getirilmesi önümüzdeki dönemde Washington’un Filistin meselesinde İsrail’e baskı yapması ihtimalini de neredeyse ortadan kaldırıyor. Bu atamanın Bush’un şahinlerin etkisine daha açık olduğu, Orta Doğu ‘ya yönelik Amerikan politikalarında Colin Powell ve Dışişleri Bakanlığı’nın etkinliğinin daha da azalacağı şeklinde yorumlanabilir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


G- ABD 10 Aralık
AKP, ABD ve AB

AKP ve Tayyip Erdoğan’ın içerdeki ‘meşruiyet kaygılarını’ Washington üzerinde çözmeyi ya da en azından hafifletmeyi tasarladıkları ve bu nedenle, örneğin Irak konusunda, Washington’un taleplerine kendilerinin ya da başka partilerin normalde olacağından daha açık olabilecekleri endişesi dillendirilmektedir. Bu endişe tamamen yersiz değildir ve kendini Irak harekatı öncesi yaşanması çok muhtemel olan yeni bir BM kararının gerekip gerekmediği tartışmasında gösterebilir. ABD mi Irak’ın faal kitle imha silahları programı olduğunu kanıtlamak zorunda, yoksa Irak mı ABD’yi böyle bir çabası olmadığına ve geçmişte ürettiği silahları da yok ettiğine ikna etmeli? Bu tartışmalarda AKP’nin pozisyonunun Washington’a Türkiye’nin yerleşik kurumlarına kıyasla daha yakın olduğu bir dönem yaşanabilir.

Kopenhag’da Türkiye’yi küstürecek bir cevap gelirse bunun sonucunda Türkiye Avrupa’yı hangi şekillerde ‘üzebilir’? Avrupa tarafından itilen bir Türkiye’nin ABD dışında dönebileceği neresi var? Ankara ile yaşanacak gerginliklerin Avrupa içindeki sonuçları ne olabilir? Bu arada ABD, Türkiye’nin AB üyeliğine verdiği destek için ‘masrafın çok üstünde bir fatura çıkarabilir’. Ayrıca ABD’nin verdiği desteğin ne derece etkili olduğu da tartışmalıdır. Avrupalılar kendilerine Türkiye konusunda konferans verilmesinden ciddi rahatsızlık duymakta ve Washington’un Türkiye’yi içlerine sokmaktaki ısrarının arkasında dillendirilmeyen başka nedenler aramaktadırlar. Ayrıca, Avrupalılar, ABD ile rekabete girmeleri halinde Türkiye’nin AB üyesi olmasının net getirisi olacağına inanmamaktadır. Ankara, hukuki anlamda haklı olduğunu düşünmek için yeteri kadar sebebe sahip olsa ve Avrupa savunmasına yıllardır yaptığı önemli katkının unutulduğuna içerlese de, kendisi hakkında Avrupa’nın anlaşılabilir endişelerini savuşturmak için daha çok sarf edebilir. Bu yolda, nüfus kontrolü, eğitim standardının yükseltilmesi için atılacak programlar, serbest dolaşım hakkı ile ilgili verilebilecek kısmi ve geçici ödünler, Türkiye’nin Avrupa Birliğine getirebileceği stratejik değerlerin daha ayrıntılı vurgulanması düşünülebilir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


G- ABD 9 Aralık
Türkiye, ABD ve AB

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesi ya da yaklaşması Ankara’yı Batı kampına demirleteceği için Washington açısından müspet bir gelişmedir. Ayrıca, ABD’nin Türkiye’nin Avrupa hayallerine destek verir görünmesinin Washington’a bir maliyeti yoktur. Fakat öte yandan, Washington bunun gerçekleşme ihtimalinin düşük olduğunun farkındadır. Ama Amerikalılar, Brüksel ile pazarlığa girmiş bir Ankara’nın AB’nin talepleri ve kriterlerini karşılamakta zorlanacağını ve AB’nin sadece kendisinden ödünler koparıp aslında Türkiye’yi almaya niyetli olmadığından şüpheleneceğini ve belki de paradoksal bir şekilde, Avrupa karşıtlığının artacağını, bunun da Ankara’nın tek gerçek seçeneğinin Amerika olduğunu düşündürteceğini umuyor da olabilir. Türkiye bu yolda istediğini umduğu kadar kısa sürede ve kolay elde edemediğinde Washington Ankara’ya “senin için elimden geleni yaptım, ama Avrupalılar’a anlatamadım” diyebilecektir.

Olur da Avrupalılar Türkiye’yi aralarına almaya kabul ederlerse, Amerikalılar’a göre, bu da Avrupa’nın Amerika’ya karşı yekpare bir alternatif yaratmasını önleyecektir. Çünkü içinde Türkiye’nin de olduğu kadar büyük bir Avrupa o kadar çeşitli ve çelişkili bir hale gelecektir ki ABD bunun içinden kendine yakın ülke ve ülkeler bulmakta hiç güçlük çekmeyecektir. Avrupalılar, bazen hiç de haksız olmayarak, Washington’un Türkiye gibi, her ne kadar büyük bir potansiyeli ve Birliğe verebileceği önemli artıları olsa da, son tahlilde ciddi risk, maliyet ve problemleri olan bir ülkeyi Brüksel’in başına yük ve bela olarak sarmak istediğinden şüphelenmektedir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)

G- ABD 3 Aralık
ABD ile Irak Pazarlığına Devam

Türkiye’den açılacak ikinci cephenin sağlayacağı çok değerli stratejik, lojistik ve psikolojik artılar olacaktır. Türkiye gibi en yakın müttefiklerinden birini ‘dahi ikna edemeyen’ bir ABD, belki Kuveyt hariç, diğer Arap devletlerinden de olumsuz cevap alma riskiyle karşılaşabilir. ABD, Ankara’dan ister göründüğü şeylerin hepsine birinci derecede ihtiyaç duymuyor da olabilir. Listedeki maddelerin bir kısmı ‘bunları vermediniz, bari şunu verin’ diyebilmek için eklenmiş olabilir. Ayrıca ABD’nin Türkiye’nin AB üyeliğine verdiği yoğun desteğin aslında bir ölçüde Ankara’yı Irak konusunda ikna etmede kullanılacak bir enstrüman yaratma amaçlı olduğu gözden kaçmamalıdır.

Özellikle Cumhurbaşkanı Sezer’in BM’den ikinci bir kara çıkmadan Amerikan taleplerine açık bir onay verilmesine karşı olduğu düşünülmektedir. AKP’nin ise, kendini Amerika’ya kabul ettirmek için, Irak konusunda Washington’a ‘korkulandan’ daha az sorun yaratacağı iddia edilmektedir. Türk ordusunun ise ilk tercihinin harekatın gerçekleşmemesi ve gerçekleşse de Türkiye’nin bunun dışında kalması olduğu söylenebilir. Bu nedenle eğer Washington Türkiye’nin K. Irak ile ilgili endişelerini savuşturabilirse, Türkiye’deki üsleri kullanma konusunda önünde Sezer’in operasyonun uluslararası meşruiyeti ile çekinceleri dışında bir engel kalmayacaktır. Türkiye’nin Irak’ın toprak bütünlüğü için kesin –ve belki de yazılı- garantiler istemenin yanı sıra Saddam sonrası Irak’ın imarında ve dış ticaretinde bazı öncelikler için söz almalıdır. Irak, eğer her şey ABD’nin istediği gibi giderse, 10 yıl içinde 80 milyar dolar civarında yıllık petrol gelirine sahip olabilecek bir ülke haline gelebilir. Bu ülke yıllardır ihmal edilen altyapısı ve ambargo nedeniyle tüketim mallarına yönelik oluşan açlığı nedeniyle harekat sonrasında Türkiye için önemli bir dış gelir kaynağı haline gelebilir. Bu arada Washington’un Türkiye’nin ‘gerekirse’ Irak’a girmesi konusuna mesafeli olduğu görülmektedir. Ancak ABD Türkiye’nin Irak sınırı içinde –bu sefer gerçekleşme ihtimali bizce fazla olmayan- mülteci akınına karşı önlemler almasına ses çıkarmayacağı görülmektedir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


G- ABD 2 Aralık
ABD ile Irak pazarlığı - Kenya’daki saldırılar

Kenya’daki terör eylemleri El Kaide’nin ‘yıkılmadığını, ayakta olduğunu’ kanıtladı. İsrail hedeflerinin seçilmesi Arap kamuoyunda daha fazla güç kazanmaya yönelik görünüyor.
Daha önce El Kaide İsrail’den çok Amerikan ve genel olarak Batı hedeflerine saldırıyordu. Bu olaydan sonra İsrail işgal altındaki topraklarda operasyonlar düzenleme konusunda kendini daha da rahat hissedeceği gibi kendi güvenlik ajandasını da Amerika’nın ‘terörle savaşı’ ile özdeşleştirmekte mesafe kaydedecektir. Washington’un İsrail politikaları üzerindeki sınırlı kontrolü daha da azalabilir. Öte yandan bu eylemler İsrail’e yönelik olumsuz hislerin salt Araplara özgü olmadığını da düşündürtebilir. Yahudilere ve İsrail vatandaşlarına yönelik eylemlerin arkası gelirse bunun sonuçlarının ne olacağını tahmin etmek zor görünüyor. İsrail devleti ve toplumunun bu duruma sonsuza kadar dayanacağını düşünmek yanlış olur. Ekonomisindeki problemler nedeniyle İsrail bu yıl Washington’dan her yıl aldığından yaklaşık 10 milyar dolar daha fazla yardım istedi.

ABD’nin Türkiye’den hava üslerinin kullanılması, hava sahasının kullanılması, asker konuşlandırılması, Türkiye’den Irak’a askeri harekat düzenlenmesi gibi bazı isteklerde bulunduğu anlaşılıyor. Wolfowitz ve Grossman’ın ziyaretinde Türkiye’den bu isteklere karşılık ne istediği sorulacak. Türkiye’nin ilk iki talebe olumsuz cevap vermesi beklenmemektedir. Ancak son iki talep tartışmalıdır. Burada cevaplanması gereken soru Türkiye topraklarının kara harekatı için kullanılmasına izin vermezse bu durumda ABD’nin Saddam’a karşı kuzey cephesinde Kürtlere daha fazla rol vermek zorunda kalıp kalmayacağıdır. Kürtler Saddam’ın devrilmesinde önemli bir rol oynarlar ya da askeri hareketlerini ABD’ye ve dünya kamuoyuna öyle ‘satabilirlerse’ bölgenin ve Irak’ın geleceğinde daha fazla rol oynama imkanı bulabilirler. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)

G- ABD 29 Kasım
Kissinger Komisyonu ve ABD ile Irak pazarlıkları
Henry Kissinger’ın Başkan Bush tarafından 11 Eylül olaylarını soruşturacak komisyonunun başkanı olarak seçilmesi şaşırtıcı değildir. Kissinger, American ‘establishment’ının önemli bir üyesidir ve kendisinin de ‘kirli çamaşırları’ olduğu için Bush için fazla bir ‘sorun çıkarmayacaktır’. Daha meraklı, dinamik ve araştırıcı bir komisyon Bush ve yönetimin 11 Eylül ile ilgili ‘ne bildiği ve bu konuda ne yaptığı’ sorusunu kurcalayarak varsa ‘ihmal ve kusurlarını’ ortaya çıkarabilirdi. Bush kendi istememesine rağmen Kongre’nin zoruyla kurduğu komisyona 79 yaşındaki Kissinger’ı getirerek Başkanlık seçimleri öncesinde açıklanacak rapora aleyhine olabilecek bilgi ve yorumları konulmasını engellemek istemektedir.

Önümüzdeki hafta Türkiye’ye gelecek Paul Wolfowitz ve Marc Grossman’ın en önemli gündem maddeleri Irak ve Kıbrıs olacak. Amerikalılar Irak harekatı için her ne kadar Türkiye’ye ihtiyaçları olmadığı izlenimi vermeye çalışsalar ve Türkiye’nin işbirliğinin sadece işleri kolaylaştıracağını iddia etseler de bu tamamen gerçeği yansıtmamaktadır. Ayrıca Türkiye, Irak harekatında ABD’ye üsleri açar ve hatta belki de askeri olarak katılırsa Irak Türkiye’ye füzelerle saldırırsa Nato 5. maddeyi işleterek Türkiye’nin yardımına gelip gelmeyeceği önemli bir sorudur. 12 Aralık’ta AB’den Türkiye’ye verilecek cevap Türkiye’nin Irak harekatına ne şekilde destek vereceğini etkileyecek mi? Türkiye istediği cevabı alamazsa bunun sonucunda genel olarak Batı’dan uzaklaşacağı iddia edilmektedir. Ancak ABD yönetimi muhtemelen Türkiye’nin genel olarak Batı’dan değil, sadece Avrupa’dan uzaklaşacağını ummaktadır. ‘Türkiye’nin AB’ye girmesi için Avrupalılara baskı yapan ABD’ bu işten her halükarda karlı çıkacaktır. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


G- ABD 26 Kasım
Irak harekatının ekonomik maliyeti - İç Güvenlik

Bush’un ekonomik danışmanı Irak harekatının ekonomik maliyetinin 60-100 milyar dolar civarında olacağını açıklamıştı. Üst rakam bile Amerikan ekonomisinin sadece yüzde birine karşılık geldiği için kabul edilebilir rakam olarak görülüyordu. Ancak harekatın şekli, süresi, başarısı ve sonuçlarının, Saddam’ın vereceği tepkinin ne olacağının belli olmaması ve bilgili ve akıllı bir çok yorumcunun birbirinden çok farklı görüşlerde olması savaşın direk ve dolaylı ekonomik faturası hakkında da net tahminler yapılmasını engellemektedir. Harekatın askeri masrafı dışında, savaş sonrası dönemde Amerika’nın Irak’ta ne tür bir rol oynayacağı, diğer ülkelerin harcamalara katkıda bulunup bulunmayacağı savaşın Amerika’ya olan ekonomik maliyetini etkileyecek faktörler olacaktır. Petrol fiyatlarındaki dalgalanma, belirsizlik nedeniyle yapılmayan yatırımlar, tüketici endekslerindeki düşüşler, Irak’ın imarı için girilecek taahhütlerin toplam maliyeti bazı kötümser senaryolarda yüzmilyarlarca doları bulmaktadır. Öte yandan, ABD kolay ve kesin bir zafer kazanırsa bu durumun Amerikan gücüne ve ekonomisine duyulan güveni arttıracağı söylenebilir.

İç Güvenlik Bakanlığı yaklaşık 170 bin kişinin çalışacağı 40 milyar dolar bütçesi olan dev bir bürokrasiden oluşacak. Aslında büyük ölçüde daha önce var olan kurumları bir araya getiren Bakanlık 11 Eylül’den sonra en fazla eleştirilen kurumlardan CIA ve FBI’ı içermiyor. Bakanlığın değişik kurumlar arasında 11 Eylül’de zayıf olduğu gözüken koordinasyonu sağlaması bekleniyor. Kurumun en önemli görevi ABD içinde terör eylemlerini engellemek, eylemlere hazırlıklı olmak ve gerçekleştiğinde zararı an azda tutmak olacak. Bush Irak’a yüklenirken içeride büyük çaplı başka bir terör eylemi daha gerçekleşirse siyasi açıdan büyük yara alabileceği düşünülebilir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


G- ABD 25 Kasım
Irak harekatının zamanlaması - Çin ve Orta Doğu

Her ne kadar geçen hafta Colin Powell tersini söylese de Irak harekatı için en uygun dönemin havaların serin ve gecelerin uzun olduğu Ocak-Şubat ayları olduğu düşünülmektedir. Saddam bu dönemi ‘kazasız belasız’ atlatırsa önemli bir zaman kazanacağını düşünerek denetçilerle işbirliğinde ‘kusur etmeyebilir’. Bu noktada önemli sorulardan biri de Başkan Bush’un bahar aylarında başlayacak Başkanlık seçimi kampanyasına Saddam’ı devirerek girmeyi ne kadar istediğidir. Belli bir yanılma payı bırakılarak denilebilir ki, Başkan Bush önemli siyasi ve bir ölçüde askeri riskleri olan Irak harekatının seçim kampanyasının yoğunlaştığı dönem başlamadan sonuçlanmasını isteyecektir.

Çin’in Orta Doğu enerji kaynaklarına bağımlılığı giderek daha da artmaktadır. ABD’nin Irak harekatında ısrar etmesi, kendisinin bu bölgenin enerji kaynaklarına olan bağımlığının artmasının yanında, Orta Doğu petrolüne olan hakimiyetini arttırmanın diğer önde gelen ülkeler üzerinde de güç kazanmasını sağlayacak olması ile de ilgilidir. Çin Irak harekatı nedeniyle ABD’nin meşgul olduğu bir dönemde Tayvan konusunda bir ‘oldu-bitti’ deneyebilir mi? Amerikalı askeri uzmanlar Tayvan’ın sınırlı bir Amerikan yardımı ile bile Çin’e aylarca direnebileceğini hesaplamaktadır. Bu nedenle Çin’in Tayvan’da bir maceraya girme ihtimali çok düşüktür. Öte yandan 11 Eylül Çin gibi ülkelere ABD tarafından çok sıkıştırılırlarsa başvurabilecekleri asimetrik silahlar olduğunu göstermiştir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)

G- ABD 20 Kasım
Türkiye’deki Üsler ve Irak Pazarlıkları
Amerikan basını, Türkiye ile ABD arasında üslerin ve hava sahasının kullanımı ve bazı lojistik servislerin karşılığında Türkiye’nin uğrayacağı ekonomik zararları bir ölçüde karşılamak amacıyla bir süredir görüşmelerin sürdüğünü yazdı. Bu pazarlıklarda daha başarılı olmak için ABD’nin Türkiye’deki üsleri Irak’a karşı askeri harekatta kullanabilmesinin Washington açısından potansiyel getirilerinin neler olabileceğini anlamak önemli olabilir: a) kökleri İslamcı bir parti iktidardayken, Türkiye’deki üsleri kullanmanın ABD’ye kazandıracağı ilave inandırıcılık, b) Türkiye’deki üsleri kullanmanın Kuveyt ve Katar gibi küçük Körfez ülkelerle Ürdün’e ‘tek olmadıklarını düşündürterek’ üslerini açmaya teşvik etmesi, c) harekatın ekonomik maliyetinde gerçekleşecek milyarlarca doları bulabilecek tasarruf, d) harekatın beklendiği gibi geçmemesi halinde daha yoğun müdahale edebilme şansının kazanılması, e) K. Irak’ın geleceği konusunda Ankara ile uyumlu hareket etmenin Kürtlerin bağımsızlık konusunda fazla ısrarcı olmalarını engellemesi, f) Ankara’nın K. Irak’ta ‘işleri karmaşıklaştırabilecek’ bir harekata geçmesinin önlenmesi, g) ABD’nin bu işi tek başına salt kendi çıkarları için yaptığı görüntüsünün kısmen de olsa zayıflaması.

Bir kez daha telafi edilmemiş ciddi zararlara uğramanın Türkiye'de Amerika tarafından kullanılmış hissetmeye yol açabileceği ve bunun salt popüler düzeyde kalmayabilecek yoğun anti-Amerikan bir dalgaya yol açabileceği Washington’un dikkatine sunulmalıdır. Ayrıca, ‘ABD savaşı kazanmada olmasa da barışı kazanmada müttefiklere çok ihtiyaç duyacaktır’. Türkiye savaş sonrası dönemde de Irak’ın pasifize edilmesinde, düzenin kurulmasında, demokratik ve ekonomik yeniden inşasında önemli yardımcı roller oynayabilir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)

G- ABD 19 Kasım
ABD ve AB Güvenlik Politikalarındaki Ayrışma
ABD ile AB arasında Batı’ya yönelik tehdidin doğası, kaynağı, büyüklüğü, ve buna verilecek karşılığın ve yapılması gereken hazırlığın şekli, bu karşılığın içinde askeri gücün payı gibi önemli konularda çok ciddi ve giderek artan görüş farklılıkları bulunmaktadır. Bu farklılıkların artması ve derinleşmesi Batı ittifakının geleceği için yapılan kötümser tahminleri daha anlaşılır kılmaktadır. ABD, Nato’yu giderek daha az ciddiye almaktadır. Washington’da, örneğin Nato genişlemesi hakkında şaşırtacak derecede az tartışma yaşanmaktadır. Genişleme sonrasında yirmi küsur ülkeye ulaşması Nato’yu oy birliği ile karar alınması ve uygulanması güç bir yapıya sokabilir. Bu da ABD ile AB’nin güvenlik politikalarının giderek daha da birbirinden uzaklaşmasına yol açabilir.

ABD Afganistan’da Nato’nun yardım tekliflerini dikkate almamıştı. İttifak Irak harekatında da muhtemelen önemli bir rol oynamayacak. Ancak ABD Irak’ta tek başına hareket ederse savaşın ahlaki sorumluluğunu tek başına üstlenmiş olur, savaşı sonrası Irak’ın siyasi ve ekonomik açıdan yeniden inşasını tek başına sırtlamak zorunda kalabilir.Avrupalılar 11 Eylül’den sonra ifade ettikleri sempati de her ne kadar samimi olsalar da İslami terörden ABD kadar tedirginlik duymamaktadır. Buna ek olarak bu terörün hedefi olmaktan korunmanın yolu olarak kendilerini ABD’nin İslam dünyasına yönelik politikalarından soyutlamayı seçmektedirler. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)

G- ABD 18 Kasım
Nükleer Japonya - Irak ve denetçiler
Çevresi nükleer ülkelerle çevrili (Çin, K. Kore, Rusya) olan dünyanın en büyük ikinci ekonomisi, Washington’un politikalarındaki zikzaklardan sonra Amerikan güvenlik şemsiyesine daha ne kadar bel bağlayabilir? Japonya, a) insanları açlıktan kırılan komşusu K. Kore nükleer güç edinmenin eşiğinde olduğu için, b) Pakistan ve Hindistan, nükleer kapasite kazanmalarından sonra geçici bir süre dışlanmış olmalarına rağmen şimdi değişik şekillerde ABD ile yakın ilişkiler kurabildiği için, c) Irak ile ilgili pazarlıklar büyük ölçüde nükleer güce sahip olan ülkeler arasında yapıldığı ve Almanya ve Japonya gibi büyük ekonomiler bu tartışmalara sokulmadığı için önümüzdeki on yılda nükleer güç elde etme yolunu seçebilir. Halihazırda nükleer bomba yapmak için gerekli plütonyum, teknoloji ve yetişmiş insana sahip olan Japonya’da iç kamuoyunun konuya olan alerjisi hala ciddi boyutlarda olmakla beraber, yukarıdaki nedenlere ek olarak ekonomik durgunluk Japon iç siyasetini sağa savurursa böyle bir gelişme ciddi olarak ihtimal dahilinde görülmelidir. Tokyo’nun nükleer silah edinmeye karar vermesi bu ülkeye ABD’ye daha az bağımlı bir dış politika izleme imkanı verebilir. Bu durumun ise bölge dengeleri ile sınırlı kalmayabilecek sonuçları olacaktır.

Saddam’ın BM kararına ne ölçüde uyacağı ve Amerikalıların ‘somut ihlal’ olduğunu düşündükleri şeylerin uluslararası kamuoyu tarafından da öyle algılanıp algılanmayacağı önümüzdeki günlerin önemli soruları olacak gibi görünmektedir. Eğer Hans Blix Bağdat’ın kendilerine sorun çıkarmadığını, işbirliği yaptığını ve kendilerinin de henüz rapor edecek bir şey bulamadıklarını belirtirse ABD buna rağmen askeri harekata girişebilir mi? Eğer ABD’nin elinde Irak’ın silah programları ile ilgili Saddam’ı ‘yalancı çıkaracak’ istihbarat varsa, Saddam silah programlarının envanterini eksik açıklarsa bunu Irak rejiminin güvenilmez olduğunun yeni bir kanıtı olarak sunabilir. Bu arada Irak’ın uçuşa yasak bölgelerdeki Amerikan ve İngiliz devriye uçaklarına saldırmasının Irak’ta savaş için tetikleyici unsur olabileceği iddia edilmektedir. Tahminimiz Washington’un, Saddam’ın açıklayacağı envanterdeki eksiklikler, denetçilere çıkarılan çeşitli güçlükler ve aksaklıklar, uçuşa kapalı bölgedeki devriye uçaklarının taciz edilmesi, Kürtlerin Bağdat’ı tahrik etmesi sonucu çıkabilecek çatışmalar gibi ‘olumsuzlukların’ birikmesini bekleyeceği şeklindedir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)

G- ABD 15 Kasım
El Kaidenin ‘Grand Statejisi’

El Kaide’nin bir ‘grand staratejisi’ var mı, yoksa düzensiz ve şekilsiz bir yıkım, nefret ve intikam duygusuyla mı hareket ediyorlar? Sadece ABD’ye, Batı’ya, Yahudiler’e zarar vermek mi istiyorlar, yoksa ABD’yi Orta Doğu’dan kurmak, İsrail’i Filistin’den çıkarmak ya da belki yok etmek gibi daha spesifik amaçlar ve bu amaca giden yolda planlı ara amaçları gerçekleştirmek mi istiyoryorlar? El Kaide artık Bin Laden’den emir ya da işaret almadan hareket eden geniş bir ‘hareket’ haline geldi.Eğer tek bir merkez yoksa bu muhtemelen amaçlar, güdüler, metodlar açısından da farklılıklar olduğu düşünülebilir.

El Kaide’nin ABD askeri harcamalarını artmaya zorlamak, Amerikan kamuoyunun gözünde mevcut politikaları gözden düşürmek, ABD borsasını ve nihayetinde ekonomisini zayıflatmaya çalışmak, ABD ile yakın müttefikleri arasında anlaşmazlıklar ve güvensizlik yaratmak, varolanları derinleştirerek orta ve uzun vadede Washington’u izolasyonist bir politikaya zorlama amacı olduğu iddia edilmektedir. Şubat ya da mart ayında gerçekleşme ihtimali en yüksek gözüken Irak harekatından önce ABD ya da Avrupa’da gerçekleşebilecek büyük çaplı bir terör eylemi gelir ve bundan sonra Bin Laden saldırının yaklaşan Amerikan harekatı için bir ön cezalandırma olduğunu söylerse, Amerikan şahinleri bunu Irak ile El Kaide arasında organik olmasa bile amaç açıdan bir benzerlik olduğu iddiasını ortaya atarak harekatı meşrulaştırma yoluna gidebilir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


G- ABD 13 Kasım
Irak harekatının sonuçları üzerine sesli düşünme

Irak’ta Amerika’nın istediği türden bir rejim değişikliğinin muhtemel sonuçları neler olabilir? Amerika açısından iyimser senaryo - Saddam’ın kolay, ucuz ve kısa sürede devrilmesi, İran’da rejim muhaliflerini cesaretlendirebilir ve bu ülkede birçoklarına göre kaçınılmaz olan ‘devrim’i birkaç yıl öne alabilir. Suriye ‘sinerek’, belki BM Güvenlik Konseyi kararına olumlu oy kullanırken gösterdiği gibi, giderek daha da Batı kampına yaklaşabilir, Filistin’de Arafat daha da gözden düşerek yerini yeni nesil nispeten ılımlı lider kadrosuna bırakabilir ve Filistinliler İsrail’in istediğine daha yakın bir anlaşmaya razı olmak zorunda kalabilirler. ABD, Irak petrolüne hakim olmayı başarırsa S. Arabistan ile ilişkilerine daha fazla mesafe koyabilir. Amerika kazandığı askeri ve siyasi zaferle prestijini arttırabilir ve global anlamda kendini dengelemeye çalışabilecek ülke, grup ya da koalisyonları daha baştan vazgeçirebilir.
Irak petrolünün dünya piyasalarına akması ile petrol fiyatları önemli ölçüde azalabilir.

Amerika açısından kötümser senaryo - Savaşın uzun, kanlı ve pahalı olması, İsrail dahil diğer ülkelere sıçraması, Irak’ın toprak bütünlüğünün tehlikeye girmesi, bu ülkede düzenin kurulamaması, bu durumun Amerika’nın uluslararası prestijine ciddi vurması, Orta Doğu’da Amerikan aleyhtarı duyguların daha da kabararak Amerikan hedeflerine yönelik yeni ve şiddetli bir terör dalgasına neden olması ve bu arada Amerika yanlısı rejimlerde meydana gelebilecek gösteriler kontrolden çıkarak diğer ülkelere sıçraması. S. Arabistan, ABD’nin Irak’a yerleşmesinden, kendisine karşı soğuk tutumundan tedirgin olarak Batı dışı kaynaklardan uzun menzilli füzeler dahil silah almaya yönelebilir. Bölgedeki istikrarsızlık nedeniyle petrol fiyatları belli bir süre yüksek düzeyde seyrederse bu durgunluk tehlikesini henüz atlatamamış Amerikan ve dünya ekonomisinde uzun dönemli problemlere neden olabilir. Avrupa, ABD ile arasına daha fazla mesafe koyma ihtiyacı hissedebilir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)

G- ABD 12 Kasım
Irak, Kürtler ve Powell
Irak Parlamentosu’nun BM kararının reddedilmesi yolundaki kararı muhtemelen Saddam’a zaman kazandırma amaçlıdır. Saddam bu karardan sonra ‘Irak kamuoyunun’ olumsuz yaklaşımına rağmen ‘barış için’ BM kararını kabul edecektir. Bu arada ABD ile Kuzey Irak’taki Kürtler arasındaki ilişkiler giderek derinleşmektedir. Talabani’nin Washington’un Saddam’a karşı kendilerini koruma sözü verdiğini iddia etmesi ve ABD’nin Kürt bölgesinde dinleme istasyonu kurması bu yönde işaretlerdir. Eğer Türkiye K. Irak’ta askeri bir harekata girişirse ABD’nin tepkisi ne olacak? Eğer denetçiler tarafında ABD istediği bahaneyi yaratamazsa ABD savaşın kıvılcımını Kürt grupları Saddam’ı tahrik ederek kendilerine saldırtarak çıkarabilir. Saddam bu tuzağa düşecek mi?
Powell’ın Amerikan yönetimim içinde gücü ve etkisi artıyor mu? BM’den çıkan Irak kararı yönetim içindeki hangi kanat için başarı kabul edilmeli? BM Kararı askeri harekatı zorlaştırdı mı, yoksa diplomatik açıdan daha az maliyetli hale mi getirdi? BM kararından sonra Bush açıklama yaparken yanında sadece Powell vardı ve Dışişleri Bakanı gururunu saklamakta sakınca görmüyordu. Ama BM’ye gitme ve orada yaklaşık iki ay boyunca metinle ilgili pazarlıklara girme Bush’un Powell’ın savunduğu türden bir dış politika uygulamaya karar verdiği anlamına mı gelmektedir yoksa Bush Dışişleri Bakanı’nın dünyadaki popülaritesi nedeniyle zaman zaman ‘faydalı’ olduğunu ama politikanın esas yönü belirlenirken şahinleri dinlemesi gerektiğini mi düşünmektedir? Önümüzdeki dönemde Irak’ın denetçilere çıkardığı sorunların askeri harekat için yeterli olup olmadığı, tekrar BM Güvenlik Konseyi’ne gidip gidilmemesi gerektiği konularında yönetim içinde tartışmalar yaşanacaktır. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)

G- ABD 11 Kasım
Irak savaş planları ve Kongre seçimlerinin sonuçları

Irak, BM kararına kusursuz şekilde riayet eder ve denetçiler takvim sonunda dahi ‘tetiğe basmayı gerektirecek’ bir şey bulamazlarsa, ABD hala Irak’ı vurmakta ısrar edebilir mi?
New York Times ve Washington Post’ta yayınlanan Amerika’nın Irak harekat planlarının kısmen ya da tamamen dezenformasyon ya da manipülasyon olması pekala mümkünse de doğru oldukları kabul edilirse a) Washington’un ilk etapta Türkiye’deki üsleri kullanma konusunda kendinden emin olduğu, b) Irak içinde ele geçirilecek alanlarda üsler kurulmasının ABD’nin Türkiye ve diğer bölge ülkelerindeki üslere olan bağımlılığı azaltacağı ve böylelikle harekatın başlamasından bir süre sonra ABD’nin kendini askeri yönden Türkiye’ye bağımlı hissetmeyebileceği, c) Kürt ve diğer muhalif grupların harekatta önemli bir askeri rol oynamayacakları d) bölgeye 200-250 bin askerin tamamını getirmeden harekata başlanmasının Saddam’ın oyalama taktiklerine karşı bir önlem olabileceği ya da ilk etapta bölgeye gelmeyen askerlerin harekatın ilerleyen safhalarında direk Irak’ın içinde ele geçirilecek bölgelere gönderilmesinin planlandığı söylenebilir.

Amerikan seçmeninin ekonomi ve hatta güvenlik ve dış politika konularında ciddi endişe ve şikayetleri olmasına rağmen, Demokrat Parti kendisi ile Cumhuriyetçiler arasındaki farkı vurgulamaktan çekindiği için başarısız oldu. Halk Demokrat Parti’nin alternatifinin ne olduğunu bilmediği için Cumhuriyetçi adaylara oy vermeyi yeğledi. Demokrat Parti sola kayarsa bunun 2004 seçimleri için sonuçları ne olur? Bazı Demokrat stratejistler seçim sonucunun büyük ölçüde 11 Eylül sonrası girilen ama ilelebet devam etmeyecek güvenlik atmosferinden kaynaklandığını savunmaktadırlar. Demokrat Parti önemli ölçüde prestij kaybına uğrayan mevcut liderleri dışında Bush’a 2004’de rakip olabilecek bir aday çıkartabilecek mi? ABD’de Cumhuriyetçiler’in seçim zaferi, bizim tahminimize göre 2004’de Bush’a başkanlığa mal olacaktır. Başkan Bush ekonomideki problemlerin üstesinden gelemezse Kongre’nin iki meclisini de kontrol ettiği için seçmen önünde hiçbir mazereti kalmayacaktır. Bush Yönetimi’nin 2004’den sonra dört yıl daha Beyaz Saray’a hakim olması ABD ile AB arasındaki algılama, değer ve çıkar farklılıklarını derinleştirecek, bu arada muhtemelen Avrupa para biriliğine girmiş olacak İngiltere’nin pozisyonu tamamen olmasa da bir ölçüde ABD’den uzaklaşacaktır. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)

G- ABD 8 Kasım
ABD’nin BM’deki Irak Tasarısı
BM Güvenlik Konseyi bugün ABD’nin Irak tasarısını oylayacak. Beklenti, sürpriz bir gelişme olmazsa, Suriye dışındaki 14 ülkenin tasarıyı onaylaması yönündedir. Bu durum, ABD’deki seçim sonuçları ile beraber düşünüldüğünde, denetçilerin Irak’a gitmesi ve ilk engellemede harekat için insiyatifin ABD’ye geçmesi anlamına gelmektir. Metin, Irak'ın 7 gün içinde tasarıyı kabul etmesini, sonraki 15 günde Kitle İmha Silahları programının envanterini açıklamasını, sonraki 30 gün içinde denetçileri kabul etmesini ve Blix başkanlığındaki denetçilerin de takip eden 60 gün içinde raporlarını BM Güvenlik Konseyi’ne sunmasını öngörüyor. Ayrıca denetçiler herhangi bir engellemeyle karşılaştıklarında bunu anında BM’ye bildirebilecekler.
BM’deki pazarlıklarda Fransa ABD’yi ‘meşru zeminlere’ çekerek BM’nin ‘namusunu korudu’. BM’yi ABD için, son tahlilde belirleyici olmasa da, gelip biraz ‘dil dökülen’, diğer ülkeleri ikna etmeye çalışıyormuş gibi davranılan ve bu arada Güvenlik Konseyi üyelerine küçük ödünler verilen, karşılığına da ‘paha biçilmez’ türden bir meşruiyet kazanılan bir yer haline getirdi. Gizli pazarlıklarda başta Fransa olmak üzere daimi üyeler kendi ülkelerin, Irak’ın geleceğinde, muhtemelen içeriği tam doldurulmamış bir ‘rol oynama’ ve Irak’la halihazırda sahip oldukları anlaşmaların geçerliliğini Saddam sonrasında da koruyacağı gibi bazı küçük tavizler ve sözler almış oldukları düşünülebilir. BM’deki uluslararası hukuk ve meşruiyet gibi tanımlarla ‘allanıp pullanmış’ bu ‘at pazarlığında’ Fransa ABD’ye karşı en ciddi direnen büyük ülke imajı çizerek kendince belli bir prestij kazandı. AB ülkelerinin dış politika alanındaki lideri pozisyonunu pekiştirdi. İngiltere, Washington’a yakınlığıyla belki başka türden bir güç edinse de, Avrupalılar’ın gözünde ‘ABD’nin ayak işlerini yapan’ ve bu nedenle tam anlamıyla Avrupalı sayılamayacak bir devlet imajı güçlendi. Fransa’nın ‘soft-power’ olarak adlandırılan ‘yumuşak gücü’nü çok iyi kullandı. Eğer güç olayları etkileyebilme kapasitesi ise Fransa bugün dünyanın en güçlü ikinci ülkesidir. (Şanlı Bahadır Koç, ABD Masası, araştırmacı)

G- ABD 6 Kasım
Cumhuriyetçi Parti’nin Zaferi ve Irak

Cumhuriyetçiler Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu korurken Senato’da çoğunluğu ele geçirdi. Bush Beyaz Saray, iki Meclis ve şimdi kolaylıkla atayacağı yargıçlarla yargıya da hakim olarak elinde ciddi bir güç toplamış olacak. İç politikada sosyal güvenlik, iç güvenlik, enerji, savunma konularında istediklerini yapabilme fırsatı yakalayan Başkan'ın kardeşi Jeb Bush’un da Florida'da seçimi kazanması yönetim adına ayrı bir başarı olarak görülebilir. Normalde muhalefet partisinin daha kazançlı çıkması beklenen bu seçimlerde Demokratlar tam anlamıyla 'çuvalladı'. Demokratlar nerede hata yaptıklarını anlamaya çalışacaklar. Gündemi kontrol etmeyi başaramadılar ve ekonomideki problem ve skandalları ve Bush’un bu konularda yeterince kabiliyetli görülmemesini kendi avantajlarına kullanamadılar. Bu başarısızlığın Senato çoğunluk lideri Tom Daschle ile Richard Gephardt’ın 2004 başkanlık seçimleri için aday olma ihtimalini azalttığı söylenebilir. Seçim başarısı Bush'u 'demek ki yaptıklarımız doğruymuş' diyerek daha da kendinden emin ve 'laf dinlemez' hale getirebilir. Böylelikle Irak harekatı daha bir mümkün hale geldiği söylenebilir.

Irak konusunda BM’deki görüşmelerde bu sefer gerçekten sona yaklaşıyor olabiliriz. Amerika’nın bu hafta içinde sunması beklenen teklifte Irak’ın kendini silahsızlandırma konusunda BM’ye verdiği taahhütleri geçmişte ihlal ettiği ve hala ihlal etmeye devam ettiği ve bunlara uyma konusunda son bir şansı olduğu, denetçilerle tam işbirliği yapmakta herhangi bir kusurun bu ihlalin devamı anlamına gelebileceği şeklinde ifadeler yer almaktadır. Bu ifadeleri içeren metin BM Güvenlik Konseyi’nde kabul edilirse Amerikalılar kendilerini ‘gerektiğinde’ müdahale etmek için gerekli alanı sağlamış hissedebilirler. (Şanlı Bahadır Koç, ABD Masası, araştırmacı)

G- ABD 5 Kasım

ABD’deki Kongre Seçimleri ve İç Politika
Bu tür seçimlerde muhalefetteki partinin kazançlı çıkması normal karşılanırken bu kez durumun böyle olmayabileceği tahmin edilmektedir. Başkan Bush Cumhuriyetçi adaylar için çok yoğun kampanya yaptı. Bazı gözlemciler kendi partisi adayları için bu denli çaba ve zaman harcayarak Başkan Bush’un partiler-üstü kimliğini tehlikeye attığı yorumlarında bulundular. Özellikle 11 Eylül sonrası dönemde Başkan Bush ülkenin tek bir bütün olmasında Cumhuriyetçi kimliğinin çok ötesinde rol oynamıştı. Florida seçimlerini andıracak çok yakın bazı yarışların olabileceği yolunda beklentiler bulunmaktadır. Amerikan seçmeni 2000’deki seçimlerden sonra bir kez daha eşite yakın iki parçaya bölünmüş durumda. Bazı siyasal analistler önümüzdeki yıllarda seçimlerin bir süre daha böyle çok yakın geçebileceğini savunuyorlar. Bu 50-50’lik eşite yakın durumun açıklaması için sendikaların gücünün azalması sonucu Demokrat Parti’nin daha az ideolojik olma manevra alanı kazandığı ve böylelikle partilerin pozisyonları arasındaki mesafenin azaldığı yorumu yapılmaktadır. Başka bazı yorumcularsa genelde belirgin oranda Demokratlar’a oy veren üniversite eğitimlilerin, doktor, avukat gibi profesyonel meslek erbabının, çocuklarına tek başları bakan kadınların, başta siyahlar ve Hispanikler olmak üzere azınlıkların sayılarının nispi olarak hızla artmasından hareketle yakın zamanda Demokratlar’ın ciddi ve belki de kalıcı bir üstünlük sağlayacakları iddia ediyor.

İç politikada Bush’un seçim kampanyasında söz verdiği türden politikalarda, örneğin sosyal güvenlik reformu konusunda ilerleme kaydetmesi için iki meclisten birinde çoğunluğa sahip olması gerektiği, aksi halde Demokratlar’ın çeşitli yollarla bu paketi engelleyebilecekleri ya da kendi istedikleri şekle sokabilecekleri iddia edilmektedir. Bazı muhafazakar yorumcular ise iki meclisi de Demokratlara kaptırmanın ‘hayırlı’ olabileceğini iddia etmektedirler. Onlara göre eğer yönetim ekonomik ve diğer konularda başarılı olursa bunu kendi çabalarına mal edebilir, ama eğer başarılı olamazsa suçu ve sorumluluğu Demokrat Kongre’ye atarak 2004 seçimlerinde seçmenden kendisi ve partisi için oy isteyebilir. (Şanlı Bahadır Koç, ABD Masası, araştırmacı)

G- ABD 4 Kasım
AK Parti-ABD ve Kongre seçimleri

Amerikan Yönetimi ‘Müslüman Demokrat’ kavramını bir dış politika enstrümanı olarak kullanmakta ne kadar kararlı ya da istekli? Türkiye’deki seçimleri AK Parti’nin tek başına hükümet kurabilecek şekilde kazanması ile beraber, ilk safhada iki taraf da bundan kaçınacak gibi görünse de, eğer bir ABD-AK Parti çatışması yaşanırsa bu durum Washington’un İslam ülkelerinde demokrasiyi yayma konusunda ‘niyetli’ olduğu şeklinde edinmek istediği imajına ciddi zarar verebilir. ABD eğer Türkiye gibi nispeten gelişmiş bir politik kültüre sahip Müslüman ülkede dahi seçilmiş ılımlı ‘İslamcılarla’ iyi geçinmekte zorlanırsa Orta Doğu’daki İslamcı hareketler ABD ile ‘iş yapmanın’ imkansız olduğuna hükmedebilirler. AK Parti daha hükümeti kurar kurmaz ABD ile bir problem yaşamamak için Irak konusunda zorluk çıkarmaktan kaçınacaktır. Ancak eğer Washington bu konudaki görüşmeleri ordu üzerinden yürütmeye devam ederse bu AK parti tarafında alınganlık yaratabileceği gibi belki daha muhtemel olanı AK Parti’nin böyle ‘nazik’ bir konuyu orduya bırakarak ‘yıpranmamayı’ yeğleyebileceğidir. AK Parti IMF ile bazı konuları ‘tekrar görüşmek’ isterse ABD’nin tavrının ne olacağı başka önemli bir konudur. İlk şok, kaybeden partilerde yaşanması beklenen iç hesaplaşma ile muhtemel lider ve kadro değişikliklerinden sonra yüzde 45 oyun mecliste temsil edilmemiş olmasının nedeniyle daha da yükselebilecek Meclis’in meşruiyeti ve yeni seçim tartışmalarında ABD dolaylı olarak da olsa taraf olur mu?

ABD’deki seçimlerde Cumhuriyetçilerin başarılı olabileceği ihtimali daha sık telaffuz edilmeye başlandı. Bu gerçekleşirse ve örneğin Cumhuriyetçiler Temsilciler Meclisi’ndeki çoğunluklarını korur ve Senato’da dengeyi korurlarsa bunu dış politikaları için halkın onayını aldıkları şeklinde yorumlamaya meyilli olabilirler. Eğer Senato’da da çoğunluğu kazanırlarsa -ki bu şu günlerde birkaç ay öncesine oranla daha az zor görünmektedir- o halde Irak’ta ‘baskın’ bir harekat için düğmeye basılabilir de. (Şanlı Bahadır Koç, ABD Masası, araştırmacı)

G- ABD 1 Kasım
Irak’a müdahale ihtimali azalıyor mu?
Kısa vadede Amerika’nın Irak’a müdahale etmesi ihtimali azalıyor mu? Birbiriyle çelişkili bir dizi gelişme yaşanıyor. Amerikan kamuoyunun askeri müdahaleye olan isteği ve desteği azalma belirtileri gösteriyor. Özellikle seçimden sonra yeniden Washington’a dönecek Kongre üyeleri Bush Yönetimi’nin askeri harekat planlarını daha rahat sorgulayabilirler. Ama bu arada yönetim Kongre’den seçimden önce gerekli kararı çıkartarak en azından hukuki olarak ‘Üsküdar’ı geçmiş oldu.’ Ancak Demokratlar hala Bush yönetiminin işini zorlaştırabilirler. Demokratlar seçimlerden başarılı çıkarlarsa, ki genelde gözlemciler seçimlerin çok yakın geçeceğini ve iki tarafın da sandalye kazanabileceğini belirtiyorlar, Irak konusunu tekrar tartışmaya açabilirler.

Amerikan ulusal güvenlik bürokrasisi (Dışişleri, Pentagon’daki askerler ve CIA) Irak operasyonu ve sonrası için çok ciddi boyutlardaki endişelerini koruyor. Bush yönetimi kendi bürokrasisini ikna etmeden bu işe girişmekte tereddüt edebilir. Bush’un bu dava için onca zaman ve emek harcadıktan ve dil döktükten sonra harekat ihtimalini orta vadeye atacak bir formüle razı olmasının sonuçları ne olabilir? Eğer çok sıkı bir denetleme mekanizmasını kabul ettirebilirlerse bütün o sert retoriğin Saddam’ı yola getirmek için tek yol olduğunu ve Saddam’ın ancak bu şekilde yola geldiğini iddia ederek ‘kendilerini galip mi ilan ederler’ yoksa denetçilerin maruz kaldığı en küçük sınırlamayı bahane ederek ve genel, tam ve açık BM onayını almadan da harekata girişirler mi? Bahardan önce Irak’a askeri harekat ihtimali çok muhtemel olmaya devam etmekle beraber bu ihtimalde nispeten azalma olduğu iddia edilebilir. (Şanlı Bahadır Koç, ABD Masası, araştırmacı)


G- ABD 30 Ekim
Değişen Nato ve Washington’un Irak markajı
Yaklaşan Prag zirvesinde Nato’ya yeni üyelerin katılmasıyla beraber bu örgütün üyelerine sağlayacağı güvenliğin türü ve doğasında ciddi değişimler yaşanabilir. Balkan komşularımız da dahil olmak üzere örgüte katılacak ülkelerin neden olacağı üye sayısındaki artış, salt karar alma değil danışma mekanizmalarında da Türkiye için ne anlam ifade edeceği kamuoyunda neredeyse hiç tartışılmayan bazı değişimleri getirecektir. Nato, a)‘birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için’ mantığından tanımlanması o kadar da kolay olmayan bir ‘kolektif güvenlik sistemi’ne geçerek sulanırsa, b) Rusya’nın Nato içindeki rolü artarsa c) ABD-AB ilişkilerindeki soğukluk artarsa, d) bu soğukluk Avrupa’daki Amerikan askeri varlığının geleceği ile ilgili sorular sorulmasını ve e) Nato içinde güvenlik rekabeti yaşanmasını da beraberinde getirebilir. Bütün bu gelişmeler son elli yıldır güvenliğini büyük ölçüde Nato üyeliği üzerine inşa etmiş Türkiye’nin önündeki stratejik belirsizlikleri arttıracak niteliktedir. On yıl sonra, en azından siyasal anlamada ‘tek bir Batı’ olmayabileceği ihtimali Türkiye için ne ifade etmektedir?

Geçtiğimiz hafta içinde yapılan Bush-Sezer telefon konuşması ve Genel Kurmay Başkanı’nın bir hafta sürecek ABD gezisi ile Washington Türkiye’ye yapılan markajı devam ettiriyor. Amerikan yönetimi seçimden ya da en azından yeni hükümet kurulmadan Türkiye’den Irak harekatı ile ilgili onayı almak istemektedir. Washington bu yönde istediğini alabilir mi? Askerler topu yeni hükümete atabilecekleri gibi kendileri de bu onayı verebilirler. Ancak böyle bir onayın demokratik açıdan sakıncaları olabilir. (Şanlı Bahadır Koç, ABD Masası, araştırmacı)


G- ABD 28 Ekim
Irak için Türkiye’nin önemi ve ABD-AB-Türkiye üçgeni

ABD, Türkiye’nin desteği olmadan da Irak’ı vurabilecek kapasiteye sahip olabilir. Ancak bunun neden olacağı teknik problemler bir yana, Washington’un bölgedeki en önemli müttefikini dahi ikna etmeyi başaramamasının Amerika içindeki Irak tartışmalarının seyrini etkilemeye varacak sonuçları olabilecektir. Böyle bir durum harekatın askeri risklerini arttıracak, Irak’ın geleceği konusunda ABD-Türkiye arasında işbirliği imkanlarını zorlaştıracak, Türk-Amerikan ilişkilerinin dokusunda olumsuz izler bırakabilecektir. Ayrıca, Ankara’nın Washington’a Irak konusunda direnmeye devam etmesi Bush yönetiminin tavlamaya çalıştığı Arap rejimlerinin Washington’a destek vermesini güçleştirebilir.

Türkiye, 12 Aralık’taki AB Kopenhag zirvesinden tarih ya da bir şekilde Türk kamuoyunu mutlu edecek bir ‘randevu’ koparabilirse bu durum Irak harekatına vereceği desteği etkileyebilir mi? Çoğunluğu özelde Irak harekatına ve genel olarak ABD’nin tek taraflı politikalarına karşı olan ve bu durumdan sadece insani ya da hukuki değil stratejik nedenlerle de endişelenen AB üyeleri, Türkiye’yi Haziran zirvesi için umutlandırıp bir şekilde Irak konusunda Washington’a direnmesini telkin etseler Türkiye’nin tavrını etkileyebileceklerini umabilirler mi? Ancak Avrupa Birliği üyeleri Türkiye konusunu etraflıca tartışmaya ve bu konuda nihai bir karar vermeye henüz hazır görünmemektedir. Çok parçalı yapısı nedeniyle AB şu an Türkiye ile stratejik bir pazarlık yapacak ‘kurumsal kıvraklık’ ve ‘ortak akıl’dan yoksun olduğu görülmektedir. Diğer yandan Washington ise, Türkiye’nin AB üyeliği konusunda ‘tüm doğru sesleri çıkarmasına rağmen’, Amerikalılar ‘için için’ Kıbrıs konusunda bir kriz çıkıp Türk-AB ilişkilerinin gerilmesinin Türkiye’nin Irak konusundaki kararını kendi lehlerine etkileyebileceğini hesaplıyor olabilirler. Böyle bir kriz Türkiye’yi ABD taleplerini daha fazla dikkate almaya sevkedebilir. Özellikle zamanlaması iyi seçilmiş askeri borçların faizlerinin en azından bir kısmının silinmesi gibi küçük jestlerle desteklenirse Ankara’nın Irak direncinin kırılmasında etkili olabilir. (Şanlı Bahadır Koç, ABD Masası, araştırmacı)


G- ABD 25 Ekim
BM’deki Irak pazarlıkları ve Washington-Pekin ilişkileri
ABD, Irak’la ilgili karar tasarısını BM’ye sundu. Bu tasarıya diğer ülkelerin vereceği tepki 21. yüzyılın ilk on yılında Amerika’nın diğer önde gelen devletlerle ilişkisinin tonunu belirleyebilir. Ne Fransa ne de Rusya’nın Amerikan tasarısını veto etmesi beklenmemelidir. Özellikle Rusya Amerika ile olan ilişkilerine bu kadar ‘yatırım’ yaptıktan sonra ilişkileri gerecek bu tür bir adımdan kaçınacaktır. Ancak, her iki ülke de Saddam sonrası dönemde hali hazırdaki kazanımlarını korumak, ABD’yi görünüşte de olsa meşru zemine çekmek, kendi kamuoylarına Washington’un tek taraflı politikalarına direniyor görüntüsü çizmek amacıyla işi yavaştan almaktadır. Bu arada ABD, Irak konusunda Güvenlik Konseyi’ndeki küçük ülkelere yönelik diplomatik taarruzunu artırmaktadır. Bush yönetimi, bu ülkelerde fazla fire vermezse Fransa ve Rusya’yı yalnız bırakarak onların direncini kırabileceğini hesaplamaktadır. Washington şu anda İngiltere, Bulgaristan, Singapur, Norveç, ve Kolombiya’nın tasarıyı destekleyeceklerinden emin görünmektedir. ABD Konsey’deki geçici üyeleri ikna etmek için ‘havuç ve sopalardan’ oluşan enstrümanları kullanmaktan kaçınmamaktadır. Bizim tahminimiz ABD’nin belki küçük kozmetik ödünler vererek harekat için gerekli olarak yorumlayabileceği içerikte belki biraz muğlak bir kararı Konsey’den gerekli dokuz olumlu oyu alarak geçireceği yönündedir.

Çin lideri Zemin’i Teksas’taki çiftliğinde ağırlayan Bush bu ülkenin de veto hakkını kullanmayacağını hesaplamaktadır. Amerikan yönetimi Pekin’i ‘sorumlu ve olgun büyük devlet’ olarak överek bu ülkenin gururunu okşamaktadır. Bir süre öncesine kadar Amerika Çin ile ne yapacağına karar verememiş görüntüsü çiziyordu. Bush iktidara gelmeden ve hatta onda sonra bir süre Çin’i ‘stratejik rakip’ olarak tanımlamıştı. Washington terörle mücadele ederken bir yandan da Çin ile düşmanca bir ilişkiyi sürdüremeyeceğini bilmektedir. Özellikle Kuzey Kore konusunda Pekin ile ciddi bir diyalog gerektiğinin farkında olan Bush yönetimi en azından görülebilir gelecek için bu ‘cephede’ sorun yaşamak istememektedir. (Şanlı Bahadır Koç, ABD Masası, araştırmacı)

AMERİKA
ABD Dış Politikası Fazla Yük Altında Ve ABD-Fransa Pazarlığı
Kuzey Kore, uluslararası terörizm, ve Irak. Ayrıca her an alevlenmeye hazır olan Filistin-İsrail çatışması, Amerikan ve dünya ekonomisindeki durgunluk, AB ülkeleri ile mükemmel olmaktan gittikçe uzaklaşan ilişkiler, Afganistan'da henüz düzene yakın bir şeyin dahi kurulamamış olması, Müslüman ülkelerde içten içe kaynayan anti-Amerikan duygular, Hint yarımadasında her an parlayabilecek Hindistan-Pakistan gerginliği, Latin Amerika'da kontrolden çıkabilecek mali kriz tehlikesi. Acaba, Amerikan yönetimi Irak'ta rejim değişikliğinde ısrar etmekle kaldırabileceğinden fazla bir yük altına mı giriyor? Harekat yanlıları, tek süpergüç olmanın kolay olmadığını ama tüm bu problemlerin aynı anda üstesinden gelinebileceğini iddia eder ve ABD'nin 'hem yürüyüp, hem sakız çiğneyip hem de şarkı söyleyebileceğini' iddia ederken, harekata karşı çıkanlar siyasi, askeri ve ekonomik kaynakların en ivedi sorunlara yönlendirilmesi gerektiğini ve Irak'ta rejim değişikliği planının bekleyebileceğini savunuyorlar.
Büyük Güçler arasındaki Irak tartışmaları yorumlanırken belki de yeterince vurgulanmayan konulardan biri de, a) Fransa'nın pozisyonunun Rusya'ya oranla daha katı oluşu, b) ABD'nin Fransa üzerindeki gücünün Rusya üzerindekine oranla çok daha sınırlı olmasıdır. Bunun Irak kriziyle mi sınırlı kalacağı henüz tam belli olmasa da, rahatlıkla iddia edilebilir ki bu durumun tekrarlanmaya devam etmesi halinde 'Batı' denilen kavramın en azından siyasi ve diplomatik anlamda ilelebet devam edeceğinde ısrarlı olmak güçleşecektir. Fransa BM'de, harekata kapıyı açan bir kararı veto ederse ve ABD buna rağmen harekatı gerçekleştirirse bu gelişme Fransa'nın uluslararası arenadaki gücünün en büyük simgesi ve kaynağı olan BM Güvenlik Konseyi daimi üyeliğinin öneminin ciddi derecede azalmasını beraberinde getirebilir. ABD Fransa'ya bir anlamda 'fazla uzatma'masını, aksi halde Paris'in kaybedeceği şeylerin daha çok olacağı imasıyla yola getirmeye çalışmaktadır. Kosova harekatı büyük ölçüde Avrupa müstakil askeri gücü konusundaki planların tetikleyicisi olmuştu. Irak harekatı, özellikle Avrupa muhalefetine rağmen gerçekleşirse, AB dış politikasında benzer ölçekte bir değişiklik yaratabilir. (Şanlı Bahadır Koç, ABD Masası, Araştırmacı)

G- ABD 21 Ekim
Rejim değişikliği ve Tommy Franks’in gezisi
Colin Powell ve Condolezza Rice Pazar sabahı çıktıkları haber şovlarında Amerikan hükümetinin Irak’taki pozisyonunun rejim değişikliği değil Irak’ın silahsızlanması olduğunu açıkladılar. Colin Powell bunun başkanın politikası olduğunu özellikle vurguladı. Bu açıklama Bush yönetimin pozisyonunda ciddi bir değişikliğe işaret etmektedir. Ancak yine de bu yola dünya kamuoyu ve BM Güvenlik Konseyi’nin endişelerini savuşturmak amacıyla taktik nedenlerle mi gidildiği, yoksa politikanın içeriğinde mi bir kayma olduğu henüz çok açık değildir.

General Tommy Franks Türkiye’den herhangi bir talepte bulunmadıklarını ve sadece karşılıklı görüş alışverişinde bulunduklarını açıkladı. Bu gerçeğin tam ifadesi olabileceği gibi Türkiye’den Irak harekatı konusunda soğuk bir yaklaşım gördüğünden ve henüz Türkiye’nin harekata destek verme konusunda kıvama gelmediğini hissettiğinden dolayı da böyle bir açıklama yapmış olabilir. Akla gelen bir diğer ihtimal de görüşmelerin içeriğinin çok farklı olduğu, askeri hazırlıklar konusunda ayrıntıya inildiği ancak bunun kamuoyuna yansımasını uygun bulmadıkları için gizleme yoluna gitmeleridir. (Şanlı Bahadır Koç, ABD Masası, araştırmacı)





Büyük Güçler arasındaki Irak tartışmaları yorumlanırken belki de yeterince vurgulanmayan konulardan biri de, Fransa’nın pozisyonunun Rusya’ya oranla daha katı oluşu, 2) ABD’nin Fransa üzerindeki gücünün Rusya üzerindekine oranla çok daha sınırlı olmasıdır. Bu durumun Irak kriziyle mi sınırlı kalacağı henüz tam belli olmasa da, rahatlıkla iddia edilebilir ki bu durumun tekrarlanmaya devam etmesi halinde ‘Batı’ denilen kavramın en azından siyasi ve diplomatik anlamda ilelebet devam edeceğinde ısrarlı olmak güçleşecektir. Fransa BM’de, harekata kapıyı açan bir kararı veto ederse ve ABD buna rağmen harekatı gerçekleştirirse bu gelişme Fransa’nın uluslararası arenadaki gücünün en büyük simgesi ve kaynağı olan BM Güvenlik Konseyi daimi üyeliğinin öneminin ciddi derecede azalmasını beraberinde getirebilir. ABD Fransa’ya bir anlamda ‘fazla uzatma’masını, aksi halde Paris’in kaybedeceği şeylerin daha çok olacağı imasıyla yola getirmeye çalışmaktadır.

Kosova harekatı büyük ölçüde Avrupa müstakil askeri gücü konusundaki planların tetikleyicisi olmuştu. Irak harekatı, özellikle Avrupa muhalefetine rağmen gerçekleşirse ...

(Şanlı Bahadır Koç, ABD Masası, araştırmacı)

G-ABD 18 Ekim
ABD, Irak ve diğer Büyük Güçler

BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri Irak konusunda ABD bireysel ve grup olarak anlaşacaklar mı yoksa sonuna kadar direnip gerekirse ABD’yi BM kararı olmadan ve belli bir ‘meşruiyet açığıyla’ hareket etmeye mi zorlayacaklar? Washington bu ülkeleri fazla sorun çıkarırlarsa Saddam sonrası dönemde petrol çıkarlarını unutmaları yolunda tehdit ederek yola getirmeye çalışmaktadır. Geçtiğimiz ay açıklanan Amerikan Ulusal Güvenlik Stratejisi Dokümanı’nda ön-alıcı (pre-emptive) ve önleyici (preventive) askeri müdahalelerin Amerikan güvenlik enstrümanlarına girmesi kadar ve belki de daha fazla tartışılması gereken konu aynı belgede Amerikan hegemonyasının ve bunu engellemeye ve dengelemeye yönelik girişimlere izin verilmeyeceğinin açık ve belki de ‘utanmadan’ ortaya konmuş olmasıdır. Belgeye göre eğer Amerika çok güçlü olursa diğer devletler Amerika’nın hegemonyasına karşı çıkma ya da direnme yerine çıkarlarını ve politikalarına Amerika ile uyumlaştırma yoluna gideceklerdir. Bu noktada önemli olan soru Amerika’nın en yakın müttefikleri dahil diğer bütün büyük güçlerin karşı çıkmasına rağmen bu güçlerin stratejik kaygılarını dikkate almadan Irak’ta ‘kendi bildiğini yapmasının’ bu ülkelerde ABD’ye karşı bilinçli bir diplomatik dengeleme girişimini getirip getirmeyeceğidir. Diğer Büyük Güçler, Irak gibi önemli bir konuda dahi yeterince güçlü yekpare bir diplomatik blok oluşturulamıyorsa en doğru yolun Amerika ile bireysel olarak pazarlıklarını yaparak bu ülkenin hegemonyasını kabul etmek olduğu sonucuna varabilirler. (Şanlı Bahadır Koç, ABD Masası, araştırmacı)

G- ABD 16 Ekim
General Franks Ankara’ya gelişi ve BM’de Irak tartışmaları

Irak harekatının başında yer alacak ve harekattan sonra da bu ülkeyi askeri genel vali olarak yöneteceği iddia edilen Amerikan Merkez Kuvvetleri komutanı Tommy Franks’in Ürdün ve muhtemelen Kuveyt’ten sonra pazartesi günü Türkiye’ye geliyor olması artık temenniler, endişeler ve çekincelerin dile getirilmesinin yeterli olmayacağı ve sonunda ‘evet’ ya da ‘hayır’ cevabı verilecek direk pazarlığın yapılacağı anlamına gelebilir mi? Franks’in diğer Arap ülkelerinden alacağı tepki ve ABD’nin o güne kadar BM’de kat edeceği mesafe Türkiye’nin cevabında çok etkili olacaktır. Başka bir Arap devleti harekata destek vermezse Türkiye’nin ABD’ye üsleri açmasının diplomatik maliyeti artacaktır. Ancak Franks Ankara’ya Ürdün, Kuveyt ve Katar’dan en az birinin açık desteğini alarak gelirse Türkiye’nin direnme gücü azalabilir. Fakat ABD BM’den harekata kapıyı aralayan bir karar çıkaramazsa ve diğer Arap devletleri Amerika’ya üslerini açmazsa Türkiye Franks’e bağlayıcı bir cevap vermek zorunda değildir. Üzerinde düşünülmesi gereken bir değer soru da şudur: Türkiye’nin kesin cevabı vermesi gereken zaman seçimden sonra ama henüz yeni hükümet kurulmadan önceki döneme denk gelirse kararı kim ve nasıl verecektir?

BM’deki Irak görüşme ve pazarlıkları yoğun şekilde devam etmektedir. ABD, Güvenlik Konseyi üyelerinin endişelerini muğlak ifadelerle karşılayacak bir karar çıkartmaya çalışmaktadır. Bu yönde muğlak ifadeler, Fransa, Rusya ve Çin’e kararın otomatik olarak harekatı gerektirmediğini düşündürtecek, ABD ise yeteri kadar açık kapı olduğuna hüküm vererek harekatın düğmesine basabilecektir. ABD’nin hesabı, o noktaya geldikten sonra Güvenlik Konseyi kararı ile ilgili semantik tartışmalarının artık ilerideki tarihçiler için akademik bir dipnot konusu olmaktan öteye gitmeyeceğidir. Burada önemli olan nokta, Türkiye’nin hep şart olarak öne sürdüğü BM onayının tartışmaya imkan bırakmayacak kadar kesin olmasında ısrar edip etmeyeceğidir.

G- ABD 15 Ekim
Değişen terör tehdidi ve Irak’a Japon modeli

Bali’deki saldırı Bush’a yönelik ‘terörü bıraktın, Irak’a takıldın’ eleştirilerini arttırdı. Terörle mücadele tekrar gündemin başına oturarak belki de Irak harekatını daha az önemli ve ivedi hale getirebilir. Terör probleminin ise sadece El Kaide ile sınırlı olmadığı ortaya söylenebilir. El Kaide’den bağımsız ya da onunla sadece muğlak ve sınırlı bağlantıları olan yerel İslamcı terör gruplarının önümüzdeki dönemde Amerikan hedeflerine saldırabileceği ihtimali gözden kaçırılmamalıdır.Bu arada El Kaide değişerek daha az merkezi, daha küçük, bin Laden ile bağlantısı lojistik ya da stratejik olmaktan çok ideolojik olan ve aslında Amerikalıları daha fazla kaygılandırması gereken türden caydırılmaz, yakalanmaz, yakalansa da hareketin geri kalan kısmı ile ilişkileri sınırlı olduğu için geri onlara ulaşmayı sağlamaktan uzak küçük hücrelerden oluşan bir harekete mi dönüşüyor? Yakında, birbiriyle ilişkisi olmayan çok sayıda El Kaide oluşabilir mi? Bu olursa Amerikan hedeflerine yönelik, 11 Eylül ile kıyaslanmayacak kadar küçük ölçekte ama daha çok sayıda terör saldırıları ile karşılaşabiliriz. Bazı uzmanlarsa teröristlerin Amerika’nın içinde değil dışındaki savunmasız hedeflere saldırılmasının teröristlerin 11 Eylül sonrası dönemde güç kaybettiklerinin bir göstergesi olarak görülmesi gerektiğini savunuyorlar. Bali’deki türde sadece Amerikalılara yönelik olmayan saldırıların arkası gelirse a) Batı İslami terörizme karşı safları sıklaştırabilir, ya da daha muhtemel olanı b) diğer Batılı ülkeler kendilerini Bush’un Amerika’sından uzak tutmak isteyebilirler.

Amerika’nın Irak’a Japon işgal modelini uygulama planı ciddi olarak sorgulanmaktadır. Bugünkü Irak ile 1945’in Japonyası arasında ilk bakışta da rahatlıkla teşhis edilebilecek çok ciddi farklılıklar bulunmaktadır. Japonya’da iki atom bombası kullanılmış ve sonra ülke ‘tek mermi atmadan’ teslim alınmış ve silahsızlandırılmıştı. Irak’ta ise Saddam hemen devrilse bile kanlı sokak çarpışmaları yaşanabilir. Bütün Japonların babası İmparator halkına Amerikalılara direnmemeyi ve yardım etmeyi buyurmuştu ve Japonlar ‘iyi bir öğrenci’ olmayı kabul etmişlerdi, Irak’ta ise Saddam sonrası dönem için benzer saygınlıkta bir lider bulunmamaktadır. Japonya sınırları hakkında kompleksi olmayan milli bir devletti, Irak ise etnik ve dini olarak parçalı, sınırları suni ve tartışmalı bir devlet. Japonya’da şimdi Orta Doğu’da olan türden ideolojik bir Amerikan aleyhtarlığı yoktu, ya da bunun derecesi çok daha düşüktü. Japonya’da bürokrasi ve devlet mekanizmalarının sağlam temelleri vardı ve bunlar Amerikalıları engellemediler, Irak’ta ise hem devlet hem de toplum çok büyük hasar geçirdi ve devlet yapısı zaten hiçbir zaman Japonya’daki istikrar ve devamlılığa sahip olmadığı için hemen her şey yeniden kurulmak zorunda kalınabilir. Japonya’da herkes bir süre sonra gücün Japonlara geçeceğini, Amerikan askeri varlığı olmasa da (ki hala varlığını sürdürüyor) işgalin biteceğini biliyordu. Irak’ta ise bir çok kişi Amerikalıların başka bazı şeylerin yanında ve hatta en önce petrol için geldiğini bilmektedir.


G- ABD 14 Ekim
Bali’deki terör saldırısı ve artık Rumsfeld’in de bir doktrini var

El Kaide direk bağlantısı şu an tartışmalı görünse de Bali’deki saldırılar geçen hafta Kuveyt ve Yemen’de gerçekleşen eylemlerle beraber düşünüldüğünde terörle mücadele için ne anlama gelmektedir? Bu saldırı Amerika’nın Afganistan’da kazandığı askeri başarının yeniden bir perspektife oturtulması gerektiğini ve terörle mücadele konusunda daha alınacak çok yol olduğunu düşündürtmelidir. Özellikle, bu saldırıyı benzerleri takip ederse Irak harekatının terörle mücadeleyi aksatacağı, hem siyasi, hem de askeri ve istihbarat kaynaklarını fazla yüklere sokacağı yolundaki argüman ları güçlendirebilir. Bu tür eylemler Orta Doğu’daki Amerikan askeri hedeflerine yönelirse bu da Irak harekatının olası askeri maliyetinin daha yoğun tartışılmasını beraberinde getirebilir. Amerikan elçilikleri, yurtdışındaki Amerikan askeri tesisleri, şirket temsilcilikleri ve turistleri hedef olmaya devam eder ve saldırılar sadece Amerikalı hedeflerle sınırlı kalmaz ve Avrupalılara da yönelirse
bu Batı kampında ‘safların sıklaşmasını’ getirebilir.

New York Times gazetesi, Savunma Bakanı Rumsfeld’in Amerikan askeri gücünün kullanılmasıyla ilgili kriterlerini yayınladı. Liste Dışişleri Bakanı Powell’ın Genel Kurmay başkanı olduğu zaman ortaya attığı ve 'Powell Doktrini' olarak bilinen şartları andıran ifadeler içerse de (güç kullanımıyla milli çıkarlar arasında net bir ilişki olması ve gücün kullanımında kendi kendine sınırlar çizmekten kaçınmak gibi) Rumsfeld özellikle diplomasinin başarısız olduğunun ortaya çıkmasından sonra hızla askeri müdahaleye geçebilmek için hazırlıklı olmak gereği üzerinde durmaktadır. Bu Irak bağlamında düşünüldüğünde Amerikan politikası ile ilgili ciddi ipuçları vermektedir. Belge Rumsfeld’in kişisel olarak ‘stratejik sürpriz’ kavramına olan ilgisi ile birleştirildiğinde, Irak ile denetçilerle ilgili süreç tıkandığı anda, beklenenden önce bir saldırı olabileceğini de akla getirmektedir.

G- ABD 11 Ekim
Kongre’den geçen yetki kararı ve Washington-Ankara-Brüksel üçgeni

Kongre’den önemli farklarla çıkan karar savaş yetki kararı, yine Kongre’nin Türkiye lehine bazı ticari avantajlar içeren kararı geçirmesi, IMF kredilerinin birleştirilerek ertelenebileceği söylentileri, Amerika’nın AB’ye Türkiye konusunda baskı yapmasına rağmen Brüksel’in Türkiye’de önemli derecede hayal kırıklığı yaratan ilerleme raporu Ankara’nın Washington’un Irak ile taleplerine direnmesini daha da zorlaştıracak gelişmelerdir. Bush yönetiminin Kongre’den karar çıkarması Avrupa hükümetlerinde bile harekata karşı oluşan muhalefette ciddi erimelere neden olacaktır. Artık harekattan önceki son düzlüğe girilmek üzere olduğu düşüncesi hemen herkeste gelişmeye başlamıştır. Artık devletler kazanan tarafta olmak ya da en azından kaybeden tarafta olmamak isteyeceklerdir. Bu durum henüz geri döndürülemez bir süreç değilse de epey güçlüdür.

Washington’un AB’ye Türkiye lehine baskı yapması daha çok Türk tribünlerine oynanan bir oyun olarak görülmelidir. ABD’nin Türkiye’yi AB üyeliği konusunda destekler görünmesi büyük ölçüde bunun gerçekleşmesinin zor ya da uzak bir ihtimal olduğu inancına dayanmaktadır. Washington, AB konusunda Ankara’yı desteklemenin hem Ankara nezdinde prestij ve siyasi sermaye kazandırdığını, hem de paradoksal ve pek fazla dillendirilmeyen bir şekilde Türkiye’nin AB şansını azalttığının farkında olabilir. Çünkü Avrupalılar Washington’un Türkiye ısrarının arkasında AB içine sokulmak istenen bir Truva atı ve AB’yi sulandırma çabası sezmektedirler. AB burada aynen ‘hamili yakınımdır’ yazan bir kartla gelen kişiyi sıranın sonuna gönderen prensip sahibi bir görevli gibi görülebilir. Avrupa’dan istediği karşılığı -en azından şimdilik- alamayan Türkiye, Washington’un bel bağlayabileceği tek güç olduğunu düşünebilir ve bu ülkenin Irak ile ilgili taleplerine artık direnmemeyi seçebilir.

G- ABD 10 Ekim

CIA Saddam’ın teröristleri bio-kimyasal silahlarla ABD’ye saldırtabileceği uyarısında bulundu. Bu açıklamanın bu yönde somut bir istihbarata mı dayandığı yoksa böyle bir şey gerçekleşirse bunu tahmin etmemiş olmaktan mı korktukları çok açık değildir. Hafta sonu Yemen’de ve geçen gün Kuveyt’te gerçekleşen türde saldırılar ABD ordusunu Orta Doğu’ya
kalıcı olarak yerleşirse karşılaşacağı problemler olacaktır. Amerikan kamuoyunun istenmediği ve hatta düşman olarak görüldüğü bir coğrafyada kalmaya nasıl razı edileceği önemli bir sorudur.

Kongre’den Irak harekatı ile ilgili yetki kararının bugün çıkması beklenmektedir. Demokratların, uzun süredir belli karşı olmalarına ve şüphelerini hala ciddi olarak korumalarına rağmen, savaş konusunun gündemin birinci maddesi olmasının seçimlerdeki
şanslarını olumsuz etkilediğine inandıkları için savaşa onay veren kararı desteklemeleri bekleniyor. 1990'da Körfez savaşı oylamasında dahi red oyu veren Richard Gephardt, 2004 seçimlerinde aday olmaları beklenen Senato çoğunluk lideri Tom Daschle ve John Kerry gibi liderler bile savaş konusunda 'havlu atmış' görünüyorlar. Bugün çıkması beklenen karardan sonra savaş menziline iyice girileceği söylenebilir. Artık Bush yönetimi Türkiye gibi ülkelerle pazarlığa daha güçlü oturacak ve müdahalenin 'kaçınılmazlığı' duygusu daha da artacaktır.

G- ABD 9 Ekim
Saddam nasıl karşılık verecek ve ABD’ye karşı ‘parçalı’ Avrupa muhalefeti

Saddam’ın saldırı başladığında ya da belki de daha önce Amerika’ya yönelik terör eylemleri düzenleyebileceği, S. Arabistan, İsrail, Türkiye ve Kuveyt gibi ülkelere Scud füzeleriyle biyolojik saldırılar yapabileceği ve Filistin’de ve diğer Arap ülkelerinde gösteriler, terör eylemleri, rejimleri tehlikeye düşürebilecek eylemler organize edebileceği yolunda yorumlar yapılmaktadır. Irak’ın buna gücü olup olmadığı tartışmalıdır. Ayrıca Saddam, hala kendisine açık bir kapı olduğunu düşünüp ABD ile köprüleri tamamen atmamayı ve en kötü ihtimalle sürgüne gitmeyi umuyor da olabilir. İsrail 1991’den farklı olarak, Irak’tan gelecek saldırılara bu sefer en sert şekilde karşılık vereceğini bildirmiştir. İsrail’in bu tehditleri Saddam’ı caydırıp, bu ülke yerine Türkiye gibi Amerikan harekatına destek veren diğer ülkelere füze saldırısı yapmaya yönlendirebilir.

AB üyesi ülkelerde, özellikle seçim ortamlarına girildikçe, Amerikan aleyhtarlığı ya da en azından Amerika’ya direnme iradesi artmaktadır. Avrupa Birliği’nin ABD’ye yönelik ortak hareket etme çabası ticaret müzakereleri gibi teknik konularda etkili olsa da Irak gibi daha büyük ve dramatik konularda başarısızlığa uğramaktadır. Özellikle sınır aşırı güvenlik konularında çok sayıda ülkenin farklı tarihi perspektifleri ve çıkarlarını tek bir potada kaynatmak her zaman mümkün olamayabilmektedir. ABD Avrupa Birliği üyesi ülkelerinin uyumunu her zaman bozabilecek bazı enstrümanlara sahiptir. Merkez sağ partiler nispeten Amerika ile daha iyi ilişkiler kurmaya meyilli olmaktadır. Sosyal demokrat partiler Avrupa modelini korumaya nispeten daha istekli görünmektedir. İngiltere, İtalya ve İspanya gibi ülkeler Fransa ve Almanya’ya göre Amerikan argümanlarını kabul etmeye daha hazır görünmektedir. Fransa ve Almanya’nın AB içindeki ağırlığından rahatsız olan ve ihtiraslarından çekinen küçük üye ülkeler Washington'u bir dengeleme aracı olarak görebilirler. Romanya, Bulgaristan ve hatta Polonya gibi ülkeler bir yandan AB’ye girmek isterken bir yandan da Washington ile direk ikili ilişkilerini muhafaza etmek istemektedirler.

G- ABD 8 Ekim
Bush’un Irak konuşması ve Meşruiyet kaynağı olarak BM

Amerika’nın Irak'taki amacı kitle imha silahlarının imhası mı, rejim değişikliği mi? İkincisi olmadan da ilki gerçekleşebilir mi? Saddam’ın bir tehdit olduğundan herkes hemfikir durumdadır. Ancak bu tehdidin ne kadar ivedi olduğu, askeri harekatın tek ya da en iyi yol olup olmadığı, uluslararası destek sağlamanın gerekliliği ve bu yolda verilmesi gereken ödünlerin şekli ve harekatın genel anlamda terörle mücadeleyi nasıl etkileyeceği Irak tartışmalarının özünü oluşturmaktadır. Bush dün yaptığı konuşmada Irak’ın geçmişteki silahsızlanma, terörizm ve Körfez Savaşı’ndan kalma diğer konularla ilgili BM kararlarına şartsız riayet etmesi gerektiğini söyledi ancak belki de sürpriz bir şekilde ‘rejim değişikliği’nden sadece bir kez bahsetti. Bush ayrıca Kongre’nin kendisine yetki vermesinin askeri harekatın çok yakın ya da kaçınılmaz olduğu anlamına gelmeyeceğini vurguladı. Kongre’nin bu hafta içinde şartlı ve sınırlı bir yetki kararı çıkarması beklenmektedir. Ama savaş başladıktan sonra bu şartlar ve sınırlamalar çok da telaffuz edilmeyebilir.

Uluslararası ve giderek Amerikan kamuoyunda Irak’a bir harekatın şartları ve şeklinin BM tarafından belirlenmesi ya da en azından ‘kutsanması’ gerektiği şeklinde genel bir eğilim oluşmaktadır. Amerika’daki şahinler bir çok konuda eleştirilebilirler ve hatta bazı konularda mutlaka eleştirilmeliler ancak 1)BM’ye aslında sahip olduğundan daha fazla bir temsil kabiliyeti ve meşruiyet kaynağı rolü yüklemenin ve bu kurumun karar alma mekanizmaları sanki demokratikmiş gibi davranmanın, 2)Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri kararlarını büyük ölçüde ‘yüksek idealler’den ziyade kendi çıkarları doğrultusunda verdiklerini gözardı etmenin, 3)Konsey’in diğer üyelerinin oylarını değişik ekonomik, siyasi ve askeri baskılara maruz kalmadan veriyorlarmış, ve belki de en önemlisi, 4)çoğunluğun onay gösterdiği veya razı olduğu şeylerin ille de doğru, makul ve adil olması gerekiyormuş gibi düşünmenin sakatlığına dikkat çekerken tamamen de haksız değiller.

G- ABD 7 Ekim
Irak harekatı olasılıkları ve Bush’un iç politik desteği

Savaşın başlamasından sonra Saddam’a bağlı askeri güçler nerede, ne şiddet ve sürede direnecekler? Savaşı Amerika’nın kazanacağı duygusu yaygınlaşırsa içeriden bir darbe, merkeze uzak bölgelerdeki birliklerde ayaklanma, bazı Iraklı komutanların güvenlik garantileri alarak Amerikan kuvvetlerine teslim olması ya da olmadan Saddam’dan emir almayı kesmeleri, Irak kuvvetleri içinde çatışmalar, Saddam’ın karmaşa içinde ortadan kaybolması ve Bin Laden gibi ‘sırra kadem basması’ gibi olasılıklar bulunmaktadır. Türkiye’de neredeyse hiç tartışılmayan bu olasılıklara karşı düşünce jimnastiği içine girilmelidir. Saddam gittikten sonra benzeri yönetim felsefesine sahip bir diktatörün veya konseyin başa gelmesi, Kürtlere bağımsızlık isteklerini dünyaya bir gereklilik olarak sunabilme fırsatı verecektir.

Son yapılan kamuoyu yoklamaları Amerikan halkının yüzde 67’sinin Saddam’a yönelik bir askeri harekatı destekleyeceği ama 63’ünün bunu yapmadan önce BM denetçilerine daha fazla zaman ve şans verilmesi gerektiğini düşündüğünü gösteriyor. Kamuoyu yoklamaları aynı zamanda ekonominin durumunun iyi olmadığının ve Bush’un bu durumdan çıkmak için yeterince çaba harcamadığının düşünüldüğünü ortaya koyuyor. Deneklerin sadece yüzde 41’i Bush’un ekonomik performansını başarılı buluyor. Savaş ile ekonomi ve Bush’un geleceği arasındaki ilişkiye dair yapılan en genel yorum Başkan’ın ekonomik başarısızlığını örtmek, unutturmak ya da dengelemek için Irak harekatını bir can simidi olarak göreceği yolunda olmasına rağmen, Bush’un iç politika danışmanları arasında savaşın iç politik risklerinin farkında olanlar da bulunmaktadır. Savaşın kendisinde belli bir başarısızlık riski olması kadar sonrasında da Irak kaotik bir durum oluşması halinde de bu durum ekonomik durgunlukla birleştiğinde Bush’un seçim şansını azaltabilir.

G- ABD 20 Eylül
ABD

New York Times’ın, resmen açıklanmadan ele geçirdiği 33 sayfalık yeni Amerikan güvenlik doktrini belgesinde başlıca dikkat çeken noktalar şunlardır: 1) ABD, Soğuk Savaş döneminden farklı olarak askeri üstünlüğüne meydan okumasına hiçbir şekilde izin vermeyecektir. Diğer devletlerin ABD ile rekabet edemeyeceklerini anladıklarında işbirliği yapmaya daha hazır olacakları düşünülmektedir. 2) Ön alıcı ve önleyici Amerikan müdahalelerin teorik altyapısı hazırlanmaktadır. Özellikle terörü destekleyen devletlere karşı ve kitle imha silahlarının yayılmasını önleme çerçevesinde, geçmiştekinden farklı olarak, uluslararası kurum, anlaşma ve normlardan çok tek-taraflı politikalara, güç tehdidi ve kullanımına ağırlık verilecektir. 3) Belgede, potansiyel eleştirileri ön alarak karşılamak amacıyla, ABD’nin askeri ve ekonomik gücünü kendine çıkar sağlamaktan çok, ‘özgür ve açık’ toplumları teşvik etmede kullanacağı ifade edilmektedir. 4) Artık Amerika’ya tehdit yayılmacı devletlerden çok ‘başarısız’ ve toprakları üzerinde egemenlik sağlayamayan devletlerden gelmektedir.

Irak’taki bir rejim değişikliğinin Orta Doğu’daki ‘demokratikleşememe’ problemine olumlu bir etkisi olabilir mi? Amerikan şahinleri son dönemde bu yönde yorumlarını arttırdılar. Irak’ta belli kuralları olan ve Saddam’ın tek kişiye dayalı otokrasisinden hem şekil hem de kısmen içerik itibariyle farklı olarak, çeşitli etnik, dini ve toplumsal grupların pazarlığından ortaya çıkan, periyodik seçimlerin yapıldığı bir yönetim ortaya çıkabilir. İsveç düzeyinde olmasa da, böyle bir sonuç emsal teşkil edebilir ve diğer Arap devletlerini de şeklen de olsa demokratikleşme sürecine başlamak için teşvik edebilir. Burada önemli olan değişimin sınırlı, uzun döneme yayılmış ve kontrollü mü, yoksa radikal, hızlı ve şiddetli mi olacağıdır. Irak’ın demokratik bir yönetim için engel teşkil ediyor görünen çok parçalı etnik yapısı paradoksal bir şekilde uzlaşma için gerekli şartlardan birini sağlayabilir. Bu süreçte, Saddam’ı devirmeye yönelik Amerikan harekatının süresi ve şekli, neden olacağı yıkım, değişik etnik ve dini gruplar arasındaki güvenin tesis edilebilmesi, Amerikan yönetiminin tercihleri ve uluslararası toplumun desteği belirleyici olacak faktörler olacaktır.

G- ABD 19 Eylül
ABD

Irak ile ilgili gelişmeleri takip ederken dikkat edilmesi gereken ama ayrıntıları kamuoyuna pek yansımayan önemli faktörlerden biri de başta ABD kökenli olmak üzere önde gelen petrol şirketlerinin harekata bakışları ve bu şirketlerin resmi politikalara etkileridir. Irak’ın kanıtlanmış 112 milyar varil petrol rezervleri ile dünyada S. Arabistan’dan sonra ikinci gelmektedir. Yönetim genel olarak petrol lobisine yakın olarak tanınsa da durum biraz daha karmaşıktır. Petrol lobisine yakınlığı ile bilinen Scowcroft’un harekata açık cephe almasının ardında ne olabilir? Irak’ta yer kapmak isteyen şirketler, Irak’taki Amerikan varlığı nedeniyle S. Arabistan ile daha rahat pazarlık yapmayı uman şirketler, hatta S. Arabistan’ın şimdiye kadar direndiği bazı özelleştirme projelerine zorlamayı uman şirketler Amerikan politikalarına etki etmeye çalışmaktadır. Bu şirketler bir yandan Suudi hükümeti lehine Amerikan hükümetine baskı yapar görünürken bir yandan da ‘avuçlarını ovuşturmakta’ olabilirler. Fransa ve Rusya gibi Irak ile büyük petrol anlaşmaları yapan şirketleri olan ülkeleri ikna için bir yandan onlara savaş sonrası dönem için bazı somut vaatler yapılırken diğer yandan da eğer Güvenlik Konseyi’nde problem yaratmaya devam ederlerse, Amerika’nın hakim olacağı Saddam sonrası Irak’ta önceki kazanımları üzerine ‘soğuk su içmeleri’ gerekeceği tehdidinde bulunulmaktadır.

ABD yönetimi tarafından Irak konusunda çok net kural ve şartlara bağlanmış, Saddam’ın ‘sulandırarak’ ya da sürüncemede bırakarak zaman kazanmasını önleme amaçlı, ihlal edilmesi halinde cezası önceden kesin olarak belirlenmiş ve gerektiğinde teftiş alanlarında dahi askeri güçle desteklenen ‘zorlayıcı bir denetleme mekanizması’ düşünülmektedir. Carnegie Enstitüsü’ndeki çalışmalarda ortaya atılan ve yakın zamanda Amerikan politikası olması beklenen bu plan ile Saddam’ın Bush ile oynadığı kedi-fare oyununun şekli değişebilir. Unutmamak gerekir ki, çizgi filmlerdekinin aksine gerçek hayatta fareler genelde kaybeder.


G- ABD 18 Eylül 2002
ABD

Irak’ın denetçileri şartsız kabul etmesi harekat için hazırlıklarını hızlandıran Amerikan yönetiminin işini karmaşıklaştırabilir. Irak’ın teklifi ABD’nin askeri planlarının temposunu bozabilir ve dirilme işaretleri gösteren uluslararası koalisyonu çatlatabilir. Kimyasal silahlara dayanıklı ama ağır ve hava almayan kıyafetler nedeniyle harekat için en uygun zamanın nispeten soğuk Ocak-Şubat ayları olduğu, Saddam’ın ise bu dönemi denetçilerle ilgili tartışmalarla geçirmeye çalışacağı düşünülebilir. Saddam’ın teklifi, ‘işin sıkıya geldiğini anladığı’ için taktik nedenlerle yapılmış da olsa dünya kamuoyunda belli bir karşılık buldu. BM konuşmasıyla Washington’a geçen inisiyatif tekrar Bağdat’a geçti. BM’yi aşıp tek başına davranmaması konusunda gelen uyarıları kısmen de olsa dikkate almak zorunda kalan Bush, aslında bir anlamda bu kuruma kendini kanıtlama ve yapabileceklerini gösterme fırsatı vermiş oldu. Ama aynı zamanda şunu ima etti: ‘Kararlar çıkarıp arkasını aramayacaksanız sizinle bir daha vakit kaybetmeye niyetim yok. Ben bu işi kendim bildiğim gibi çözerim’.

Demokratların Irak konusundaki suskunluğu ‘kulakları sağır ediyor’. Parti olarak da, önde gelen liderler olarak da net bir pozisyon ortaya koymanın çok gerisindeler. Irak ile ilgili tartışmalar daha çok Cumhuriyetçilerin kendi aralarında gerçekleşiyor. Buna neden olarak 1)Demokratlar’ın harekatla ilgili ciddi şüpheleri olmasına rağmen terörle mücadele konusunda zayıf, yumuşak ya da beceriksiz görünmek istememeleri, 2) iç siyasi tartışmaları daha güçlü olduklarını düşündükleri ekonomi ve sosyal konulara odaklamak istemeleri 3) savaşın Bush’un popülaritesini yine yukarıya taşıyacağından endişelenmeleri 4)BM’ye daha fazla ağırlık verme dışında Saddam’ı yola getirme konusunda değişik ciddi bir fikirleri olmaması gösterilebilir. Fakat bu pasif ve ‘kaçak güreşme’ görüntüsü, gündemin bu en önemli konusu hakkında tartışmanın bu kadar uzağında kalmak Demokratlar açısından zayıflık olarak görülebilir. Demokratlar savaşın zamanlamasının seçimle denkleştirilerek seçimin en önemli maddesinin ulusal güvenlik yapılmak istendiğinin farkında olmakla beraber bunu engellemek için ellerinden bir şey gelmiyor.

G-ABD - 16 Eylül 2002
ABD

Suudi Arabistan Washington eğer BM’den onay alırsa üslerini kullandırabileceği sinyalini verdi. Bu gelişme henüz netleşmese de ciddi sonuçları yol açabilir. Şimdiye dek net ifadelerle harekata karşı çıkan Riyad bu yolu Saddam’ı denetçileri kabul etmeye zorlamak, harekatın artık kaçınılmaz olduğunu görüp Washington’la ilişkileri iyileştirmek, ABD’yi BM ile hareket etmeye teşvik gibi bir dizi neden ve amaçla seçmiş olabilir. Ayrıca bu gelişme ABD’nin harekatta Türk üslerine olan bağımlılığı azalacağı ya da en azından askeri seçenek anlamında manevra alanının artacağı söylenebilir.

Bush’un baş ekonomik danışmanı Lawrence Lindsey Irak’la savaşın 100 ile 200 milyar dolar arasında bir maliyeti olabileceğini açıkladı. Bu rakamlar Pentagon’un 50 milyar dolarlık maliyet tahmininden önemli miktarda yüksek.

Washington BM’den çıkacak karar konusunda tavrını netleştirip sertleştiriyor. Washington’da kararda yer almasında ısrar edeceği üç nokta şunlar olabilir: 1) Saddam’ın geçmişte BM kararlarını defalarca ihlal ettiğinin tespiti 2) Irak’ın BM kararını kabul etmesi için belirli ve kısa bir süre 3) Eğer Irak kararlara uymazsa uygulanacak askeri ve siyasi önlemlerin net ifadelerle belirtilmesi.

11 Eylül olayını planlayanlardan olduğu iddia edilen Remzi bin el-Şib Pakistan’da gizli bir yerde FBI ajanları tarafından sorgulanıyor. Yakında ABD’ye resmen teslim edilmesi belkenen Remzi’nin şu an ABD’de tutuklu bulunan Mussai ile beraber 11 Eylül kapsamında ele geçirilen en kilit şüpheli olduğu söylenebilir.



 

Realism and Change - Şanlı Bahadır Koç 2002.

Realism is unable to account for change in international relations. Agree or disagree with evidence and examples.

The ‘problem of peaceful change’ is the central dilemma of international politics[i]. Realism generally has a problematic relationship with change in general, and systemic change in particular. For instance, it failed to predict the end of the Cold War. According to realist principles no country should gave up its power, empire without struggle, including military struggle, but Soviet Union did.[ii] Realism predicts that declining great powers are prone start wars. Soviet Union did not. Realism acknowledges that preferences or estimates change but says not much about how, when and why this occurs. It fails to explain and predict change in behavior, policies, interests and assumptions. This paper will try to analyze contours of change in world politics, and the relationship of realism with change and try to outline the debate between realists and others on the problem of change in world politics. What do we mean with change in world politics? In what forms do change come? To determine the amount, pace, scope, direction, intensity, necessity, desirability, possibility, causes and consequences of change are the subjects of this contentious debate. Questions of the debate varies from normative questions like, ‘what should change and what should remain the same’ to the practical ones on best way to achieve change. What is the position of realism on change in general? In what ways do realists differ from others? What are the outside criticisms of the realist conceptions of change, both intellectually and normatively? How realists defend themselves against their critics? Realism is a broad church. There are important differences and in some cases inconsistencies among various realist thinkers in terms of outlook and emphasis[iii]. What, if any, are the internal differences or nuances between different realist thinkers or sub-branches of realism on the concept of change? And finally to what degree is realist conception of change convincing? My main argument will be that, unlike realistst claim, small and slow changes, or changes in different and seemingly distant and even unrelated planes, aspects and dimensions of world politics, may accumulate, interact and combine to cause fundamental change in the system. Although it is equally possible that some of these small changes may cancel eachother out, or dampen eachother’s effects, theoretically speaking, change at systemic level is a possibility. To say that world politics is not fundamentally different from the one, say, in the 18th century is dubious or at least hard to prove. One may portray the aforementioned difference as fundamental, considerable or negligible according to one’s taste, but the amount of change system underwent should make us more alert to, if not the actuality, then, at least, to the possibility of change it may undergo in the future.

To determine what has changed and what has not, what should change and what should not, the accounting at the end of the day, has always been difficult and contentious, perhaps, because it is much more than an intellectual debate, and much is at stake. Different perspectives may come with different conclusions. Change in world politics may take different forms: Change of the system, change in the nature of actors, change of individual, group or state behavior, change of the relative power and position of actors, change in beliefs about politics in general and world politics in particular, change in the methods and means of production and technology. Change can be gradual, controlled, radical, violent, conjunctural, systemic or structural.[iv] Normative changes in world politics are things like if and when war becomes anathema, unacceptable, or at least limited to self-defense, or cooperation becomes the norm, world politics becomes a more humane and just, and governed by law instead of force[v].

‘Seen that, been there, done that’

Realists generally claim that some of the seemingly important changes in world politics are, in reality, the continuation of old realities in different guises. Cooperation, for instance, is in fact self-help[vi], and institutions are in fact tools of great powers[vii]. They also claim that some of the contemporaray trends and processes or seemingly recent developments like globalization are not new and, if not always, then at least for quite some time, things were already like that[viii]. Realists also claim that even when change occurs (like peace among democracies) it is not due to the factors they are generally attributed to (that they are all being democracies) but due to other factors (the American pacifier in Europe, nuclear weapons[ix]), and that some of these seemingly important changes are in fact easily irreversible and that they will probably return to their natural state, as the case of alleged return in the near future of security competition in Europe[x]. Realistst claim that non-state actors are generally either not as powerful as others’ claimed, or not as free from state intervention, penetration and control. Organizing principle of the system, nature of states and distribution of power are the three elements of the international system according to neorealists like Waltz[xi]. Thinking that change of the system and change of the nature of states are not possible, easy or imminent, realists are generally more alert to the changes in polarity and hegemonic transitions[xii]. Because, if chances for a change of the system is absent, then we should devote all our energies in understanding change in distribution of power. But is it really the case that change of system is not possible, and that states are states, and that they will always continue to be so? My argument here is that change of system should not necessarily be absolute. It can be relative. Anarchic nature of the system may not vanish altogether, but the degree of anarchy may change and it may become less binding and constraining.

The World According to Realism

One of the main arguments of realists is that the world we live is not easy to change in any substantial way: States, leading states and hegemons may come and go, they may fight and make peace with each other, but it is almost impossible to change the system. For realism, main tenets of international politics, anarchy, self-help, quest for power and security do not change. Benign change, however, is generally the result of conscious, wilfull efforts and imagination[xiii]. Realists, in general, do not seem to appreciate this. They, in general, seem to believe that ‘there is no alternative to the status quo[xiv].’ They not only pride themselves for ‘looking the world in the eye’[xv] and seeing it without the distortion of ideologies, programs, ideals and utopias, but also they are content to leave it as they found it. World politcs, however, when left to its own devices, will probably not change much, or that the change may not be in the direction we want, namely to a more peaceful, prosperous and equal world. When dealing with the problem of change in world politics questions like ‘is this best of possible worlds,’ ‘is there room for non-violent, benign change,’ ‘is status quo non-violent, benign, humane, ideal’ comes to the fore. When one thinks that this is the most optimal of all possible worlds in terms of peace, human happiness, prosperity, it is axiomatic that resistance to change will follow. But one can oppose to or be reluctant for change even when he accepts that ‘there is a better world somewhere.’ But even if they accept that a better world is possible, they may still claim that it is not probable and not worth risking what themselves, or mankind in general, already have. Individuals, groups, institutions, states or currents of thought like conservatism and realism may opoose change for a variety of reasons. Some realists may come to their conservative conclusions about change because they think that change is not good in itself, and that things, individuals, rules, system should remain the same. They may favor status quo because it suits their interests, or because they don’t know what will come with change. Some, like Edmund Burke, may oppose change fearing it may be violent and disorderly[xvi].

Main lines of criticism against realism on the problem of change are that realists or realism in general do not understand change; thatrealism is not mentally equipped or intellectually well-positioned to anticipate, predict, recognize, understand and explain change; that they are determined not to notice it, and that realists don’t understand change when they meet it; that they are not aggressive enough intellectually to pursue change; that they are content with the world as it is; that they don’t understand the possibility and necessity for change; that they don’t want change, that perhaps they benefit from continuation of the status quo or that they serve the interests of those benefiting from the status quo by providing an intellectual cover for it; that they deliberately work against change, that they are responsible for the lack of real change, that they don’t want the fact that the possibility of change to be known by others, perhaps because of the fear that knowledge may make change more likely. Some political realists are aware of the possibility of change but they are normatively against its realization. Realists position and condition themselves for the impossibility of change. They generally do not want to accept that change has already took place in world politics, or in cases they concede change took place, they tend to underestimate it. Realists rationalize and belittle the various manifestations of change in world politics change as accidental, temporary, superficial, ephemeral, minor and inconsequential[xvii]. Liberals, generally, aim to create a better world, but without much disrupting the natural order of things. They claim that if we adjust ourselves to rhythm of nature, market, instincts, reason, seemingly conflicting interests will reach a point of cohesion. Realists, on the other hand, are always conscious of the disharmony of interests between states, groups and individuals[xviii]. Indeed, some Liberals may complain they are too conscious of that harmony.

Change in world politics is possible because, among other reasons, states, as individuals, have a capacity to learn. “An understanding of structure creates the possibility of modifying it or of escaping from some of its apparent consequences. Human beings possess this capability[xix]”.

They look for new, less violent ways of competing, cooperating, resolving their conflicts. They try to find new areas and ways of cooperation. Cooperation, especially facilitated by the institutions, has a spill-over impact to other fields[xx]. Also, world politics is increasingly interdependent, and though this interdependence between states and other actors, sometimes proved to be problematic, its net effect is positive.[xxi]. Another hope for change is the increase in the number of democratic countries. Also, these democratic states are generally deepening their democracies, and this decreases the likelihood, and perhaps even eliminates the possibility, of war among democracies[xxii]. Also, nuclear weapons has changed the nature of warfare in those conflicts at least one party has them. And today war is more costly and destructive, and less beneficial for even who won them[xxiii]. And, due to acceptance, proliferation and strengthening of norms, rules, international organizations, institutions, some types of conflict are unnecessary, unlikely or more costly and therefore less frequent. Although power-politics is not necessarily destined to the trash-can of history, its form has been somewhat modified and it became milder. Some change in world politics may be so slow and subtle that that may be recognized only retrospectively. Some of the change in world politics may be the result of long, irreversible forces. But some others are certainly the fruits of conscious and wilfull efforts to change the world. Some part and types of change may come from the natural flow of things, but for others, conscious and deliberate actions of individuals, groups or states may be needed.

For classical realistst the main reason why systemic change is very difficult, if not impossible, is human nature[xxiv]. For neo-realists it is the anarchic nature of the system. They positon these blocks in front of the state and human condition as insurmountable and with no escape[xxv]. States has not yet fulfilled their full potential for cooperation. Even if we assume that human nature is static selfish, aggressive and possessive, and anarchy is eternal and omnipotent, there is still unused and and perhaps yet unthought opportunities and possibilities for peaceful change and improvenment in world politics. Most of the things realists attribute to human nature or international system has in fact their roots in culture and ‘cultures can be changed’[xxvi]. Another factor that may change the international system is the changes that take place inside states. States in the beginning of the 21st century are in many ways different from those in 19th, let alone 17th century. World politics may go, and arguably has already gone, under a great deal of change, short of abolishing anarchy. Cooperation is possible under anarchy[xxvii]. In facts good realists cooperate[xxviii]. Also today cooperation is more widespread, and probably more beneficial than it was in the past. Another source of change, globalization, may not make states impotent, but it ‘shakes, rattles and rolls’ them, transforms them both internally and externally. And that the anarchic character of the system, if not absolutely then relatively, and if not universally then then at least geographically in some areas, has changed.

Conclusion

As realists claim, some of the changes in world politics are mere accidents or the result of not easily replicable processes elsewhere, and that some of the changes may easily and perhaps certainly be reversed. This being said, however, being too close[xxix] to change, mentally and in fact psychologically, may cause us to miss some fruitful possibilities for benign change in international life. If we have to choose between the self-fulfilling logic of realism and the self-fulfilling and self-enhancing logic of cooperation, for instance, one should be more disposed to the later. While we fix our eyes on systemic, revolutionary change we may miss opportunities for small, useful, modest changes that may make international politics less violent. To be fair to realists, they do not say that nothing ever changes. They argue that important things do not change easily and quickly. Or rather, most of what changes quickly and easily is not important. Realism is reluctant[xxx] and is not well-disposed to account for change. It has an almost normative bias against it. In fact, the more complex the world politics gets, the more difficult for realism to explain it. Change in world politics is not absolute but relative. It is slower in some areas than others. Certainly not all change has been and will be for the good. Most of the benign change is limited to some areas, both in terms of geography and content. Some of the changes in world politics are potentially destabilizing, like the disintegrating of the Westphalian system. Some are promising but with some caveats (globalization). But, collectively and cumulatively, changes in different aspects of world politics have a potential to transform it into something qualitatively different from the past. For instance, not only the world politics is more rule-based than it used to be, but also there is still more room for expansion of rules and regimes. But to give credit where it is due, as realists show, these norms and regimes are not always democratic in character, and most of the time, they tend to favor the leading states in the system[xxxi]. Today, non-state actors force, constrain, limit, shape, control, oppose and help states much more than they used to in the past, and this makes state-centric explanations if not redundant than at least limited, and as many critical theorists would argue, limiting. But this does not mean that states are no longer important.

Realism, alone, does not provide a good conceptual framework for understanding change. Because neither the human nature is unchangeable, and nor anarchy is immovable. They are both open to modification, and in fact moderation. But realism may still help us understand the excesses of some of the other schools’ conceptions of and uncritical appetite for change. Risking to sound unbearably equivocal, I want to say that change is neither as distant, unlikely, limited and dangerous as realists claim, nor as wide, imminent, benign and radical as some critics of realism want us to believe. To be sure change can be easily exaggerated if we lack an historical perspective. History is full of events, processes, norms, dreams and changes that were promising in the beginnig that gone awry, proved to be false, hollow or short-lived in the end. Even for that reason alone, we may respect and welcome the down-to-earth wisdom, prudence and cautionary logic of the realists, without sacrificing our hopes and efforts for peaceful change.

Number of words (not including notes and bibiliography): 2779.

Bibiliography

Ashley, Richard. ‘The Poverty of Neorealism’, International Organization, 38:2,1984. pp. 225-86.

Booth, Ken. ‘Security in Anarchy: Utopian Realism in Theory and Practice,’ International Affairs, 67:3, 1991, pp. 527-545.

Booth, Ken and Tim Dunne (eds.) Worlds in Collision. Palgrave Macmillan, 2002.

Brooks, Stephen. ‘Dueling Realisms,’ International Organization, 51, 3 , 1997, pp. 445-477.

Buzan, Barry. ‘The Timeless Wisdom of Realism?’ in International Theory: Positivism and Beyond. Steve Smith, Ken Booth and Marysia Zalewski (eds.) Cambridge: Cambridge University Press, 1996, pp. 47-65.

Carr, E. H. The Twenty Years Crisis, 1919-1939: An Introduction to the Study of International Relations. New York: Harper and Row, 1964.

Dessler, David. ‘What's at Stake in the Agent Structure Debate?’ International
Organization,
43:3,1989. pp. 441-73.

Doyle, Michaeli. ‘Liberalism and World Politics Revisited,’ in Controversies in International Relations Theory: Realism and the Neoliberal Challenge. New York: St Martin’s Press, 1995, pp. 67-81.

Fozouni, Bahman. ‘Confutation of Political Realism,’ International Studies Quarterly 39: 1995. pp. 479-510

Holsti, K. J. ‘The Problem of Change in International Relations Theory’, Availnable in the www http://www.iir.ubc.ca/pdffiles/webwp26.pdf

Gilpin, Robert. War and Change in World Politics. New York: Cambridge University Press, 1981.

Jervis, Robert.‘Realism in the Study of World Politics’, International Organization 52: 4, 1999, pp. 971-991.

Jervis, Robert. ‘Cooperation Under the Security Dilemma,’ World Politics, 1978, pp.167-214

Jervis, Robert. ‘Theories of War in an Era of Leading-Power Peace,’ American Political Science Review, 96: 1, 2002, pp. 1-­14.

Keohane, Robert O. ‘Theory of World Politics: Structural Realism and Beyond,’ in International Relations Theory: Realism, Pluralism, Globalism and Beyond, Paul Viotti and Mark Kauppi (eds.) Boston: Allyn and Bacon, 1997, pp. 153-183.

Keohane, Robert O. And Martin, Lisa. L., ‘The Promise of Institutionalist
Theory’, International Security, 20:1, 1995, pp 39-51.

Keohane, Robert and Joseph Nye, ‘Power and Interdependence in the Information
Age’, Foreign Affairs, 77:5, 1998, pp. 81-94.

Layne, Christopher. ‘Kant Or Cant: The Myth Of The DemocraticPeace,’ International Security, 19, 1994, pp. 5-49.

Legro, J and A. Moravcsik. ‘Is anybody still a realist?’ International Security 24:2 , 1999, pp. 5-55.

Mearsheimer John. ‘Back to the Future: Instability in Europe After the
Cold War,’ International Security, 15:4, 1990, pp. 5-56.

--------. ‘The False Promise of International Institutions,’ International Security, 19:3, 1994, pp. 5-49

Mueller, John . Retreat from Doomsday: The Obsolescence of Major War. New York, Basic Books, 1989.

Ned Lebow, Richard and Thomas Risse-Kappen (eds.) International Relations Theory and the End of the Cold War (New York: Columbia University Press), 1995. Available in the world wide web: <http://www.ciaonet.org/book/lebow/>

Powell, Robert. ‘Anarchy in International Relations Theory: The Neorealist-
Neoliberal Debate,’ International Organization, 48:2, 1994, pp. 313-44

Ruggie, John. ‘Continuity and Transformation in World Polity,’ World Politics, 35:2, 1983, pp. 261-285.

Walker, R. J. ‘Realism, Change, and International Political Theory’, International Studies Quarterly, 31:1, 1987, pp. 65-86.

Waltz, Kenneth. ‘The Spread of Nuclear Weapons: More May Better,’ Adelphi Papers, Number 171. London: International Institute for Strategic Studies, 1981.

-----------. Theory of International Politics. Reading, MA: Addison-Wesley, 1979.

-----------. ‘The Emerging Structure of International Politics,’ International Security, 18:2, 1993, pp. 44-79

-----------. ‘Realist Thought and Neorealist Theory,’ in Controversies in International Relations Theory: Realism and the Neoliberal Challenge. New York: St Martin’s Press, 1995, pp. 67-81.

-----------. ‘Globalization and Governance,’ PS Online (December 1999) available at www.mtholyoke.edu/acad/intrel/walglob.htm

-----------. ‘Structural Realism After the Cold War’, International Security, 25:1, 2000i pp. 5-41.



[i] E . H. Carr, The Twenty Years Crisis, 1919-1939: An Introduction to the Study of Internatiomnal Relations, New York: Harper and Row, 1964, pp. 208-23.

[ii] Richad Ned Lebow and Thomas Risse-Kappen (eds.) (1995) International Relations Theory and the End of the Cold War (New York: Columbia University Press). Available in the world wide web: <http://www.ciaonet.org/book/lebow/>

[iii] Stephen Brooks, ‘Dueling Realisms,’ International Organization, 51: 3 , 1997, pp. 445-477; J. Legro and A. Moravcsik, ‘Is anybody still a realist?’ International Security 24:2, 1999, pp.5-55.

[iv] Change in the ‘organizing principle’ of the system’ may mean that anarchy may no longer imposing as it is now or as it is claimed. At the far end of the continum lay the world government. Change in the structure means change in the number of poles (from one to two to more, or vice versa). Hegemonic change may mean that instead of state A, state B becomes the hegemon. Conjunctural change in world politics means that Great Power A becomes an ally of Great power B, or become less friendly with its former ally Great Power C. Technological change in weapons technology, in communications, in war tactics and in the organization of armies may cause change in world politics, too. For instance, they may make offense more easy, profitable or difficult and costly, and vice versa. Nuclear weapons, for instance, certainly make offense difficult against states that have them. Today the number of states with nuclear capabilities has already in two digit numbers. The potential impact of proliferation of these weapons on world politics is open to debate. Kenneth Waltz predicts it will be peaceful. Kenneth Waltz, ‘The Spread of Nuclear Weapons: More May Better,’ Adelphi Papers, Number 171. London: International Institute for Strategic Studies, 1981. Available in the www

[v] Robert Jervis, ‘Realism in the Study of World Politics’, International Organization 52 :4, 1991, pp. 971-975.

[vi] Charles Glaser. ‘Realists as Optimists: Cooperation as Self-Help,’ International Security, 19:3, 1994, pp.50-90.

[vii] John Mearsheimer, ‘The False Promise of International Institutions,’ International Security, 19:3, 1994, pp. 5-49.

[viii] Kenneth Waltz, ‘Globalization and Governance,’ PS Online, December 1999. Available at

[ix] Kenneth N. Waltz, Structural Realism After the Cold War’, International Security, 25:1, 2000, pp. 5-41;

and ‘The Emerging Structure of International Politics,’ International Security, 18:2, 1993, pp. 44-79; John Mearsheimer, ‘Back to the Future: Instability in Europe After the Cold War,’ International Security, 15:4, 1990, pp. 5-56.

[x] Mearsheimer, ‘Back to the Future’.

[xi] Kenneth Waltz, Theory of International Politics. Reading, MA: Addison-Wesley, 1979.

[xii] For a repsesentative and influential work on hegemonic transition see Robert Gilpin, War and Change in World Politics. New York: Cambridge University Press, 1981.

[xiii] Booth, Ken, ‘Security in Anarchy: Utopian Realism in Theory and Practice,’ International Affairs, 67:3, 1991, pp. 527-545.

[xiv] Ibid. p. 535.

[xv] Robert D. Kaplan, ‘Looking the World in the Eye,’ Atlantic Monthly, Aralık 2001. Accessible in the world wide web at

[xvi] Edmund Burke, Reflections on the Revolution in France, Oxford: Oxford University Press, 1993. Even when they concede that the intention and desire of the agents of change may not be violent all the time, they may still fear that change may unleash destructive forces, destroy what mankind created.

[xvii] Waltz, Structural Realism After’.

[xviii] Carr, The Twenty Years Crisis, pp. 22-89.

[xix] Richard Ned Lebow, ‘The Long Peace, the End of the Cold War, and the Failure of Realism’, in Ned Lebow ed. <http://www.ciaonet.org/book/lebow/Lebow02.html>

[xx] For the ‘promise ’ of institutions in facialiating, sustain and expanding cooperation see Robert Keohane and Martin, Lisa. L., ‘The Promise of Institutionalist Theory’, International Security, 20:1, 1995, pp 39-51.

[xxi] Robert Keohane and Joseph Nye, ‘Power and Interdependence in the Information
Age’, Foreign Affairs, 77:5, 1998, pp. 81-94.

[xxii] For the democracy’s pacifying impact on international politics see Michael Doyle, ‘Liberalism and World Politics Revisited,’ in Controversies in International Relations Theory: Realism and the Neoliberal Challenge. New York: St Martin’s Press, 1995, pp. 67-81. For a critical view of this optimism see Christopher Layne, ‘Kant Or Cant: The Myth Of The DemocraticPeace,’ International Security, 19: , 1994, pp. 5-49.

[xxiii] John Mueller, Retreat from Doomsday: The Obsolescence of Major War. New York, Basic Books, 1989; Rober Jervis, ‘Theories of War in an Era of Leading-Power Peace,’ American Political Science Review, 96: 1, 2002, pp. 1-­14.

[xxiv] Among the modern realist writers it was Morgenthau who placed the greatest emphasis on human nature. Can, will and should the human nature, and/or and international system change? Is change of the later possible without the change in/of the former? If, as some writers claim, change of, or improvement in, human nature is possible, then this will have consequences for world politics. Is there such a thing as human nature? If there is such thing, is it fixed or open to change? In what ways can it be changed in the direction that would make world, and also domestic politics, more peaceful and cooperative? Even nature itself evolves, so why not human nature? And, even if we accept human nature, why should it be necessarily wicked or evil? Realism takes human nature as constant and eternal. But is human nature itself constant? And, what about the achievements of reason and cooperation? What about EU? A linear conception of progress may be misleading, but still, how can we account for the human progress not only in materialistic but also in social sense? For the latest debates on human nature see Simon Blackbourn, ‘Meet the Flinstones,’ (Review of Steven Pinker’s The Blank State: The Modern Denial of Human Nature, 2002). The New Republic, 25 November 2002.

[xxv] David, Dessler, "What's at Stake in the Agent Structure Debate?" International Organization, 43:3, 1989. pp. 441-73

[xxvi] Booth, p. 533.

[xxvii] Jervis, Robert, ‘Cooperation Under the Security Dilemma,’ World Politics, 1978, pp.167-214

[xxviii] Charles Glaser, "Realists as Optimists: Cooperation as Self-Help." International Security, 19:3, 1994, pp.50-90.

[xxix] The word ‘close’ here meant as ‘not open’.

[xxx] For two recent examples for the reluctance of realists to concede even an inch for change see, Kenneth Waltz, ‘The Continuity of International Politics, in Booth, Ken and Tim Dunne (eds.) Worlds in Collision. Palgrave Macmillan, 2002, pp. 348-53; and Colin Gray, ‘World Politics as Usual after September 11: Realism Vindicated’, in Booth and Dunne (eds.) pp. 227-34

[xxxi] Waltz, ‘Globalization and Governance’.