TurcoPundit |
|
US foreign policy and Turkish-American relations Şanlı Bahadır Koç
Archives
|
Pazartesi, Kasım 03, 2003
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız G-ABD 3 Kasım Asker Gönderme - Irak Konseyi – Irak Güvenlik Kuvveti - Ekonomik Yardım 1) Türkiye’nin Irak’a asker göndermesinin ne tür riskler içerdiği her gün artan bir berraklıkta görülmektedir. ABD, yakında Türkiye’den tekrar asker isteme pozisyonuna dolaylı bir dönüş yapabilir. Şimdi soru, bu gerçekleşmeden asker göndermeye kapıyı kapatmanın mı, yoksa açık tutmanın mı doğru olacağıdır. Irak’ta son dönemde tırmanan saldırılardan sonra Türk kamuoyunun Irak’a asker göndermeye olan tepkisi 7 Ekim’de tezkere çıktığındakinin de oçok ötesinde olacaktır. Ama bu noktadan sonra bile ille gönderilecekse --ki buna olumlu cevap vermek çok zordur—bu Washington ile en üst düzeyde yapılacak görüşmelerden sonra olmalıdır. Başbakan, Başkan Bush’la görüşmeden ve direk ondan gerekli söz ve garantileri almadan asker göndermek için düğmeye basmaktan kaçınmalıdır. Teknik görüşmeler elbette diplomatlar ve askerler tarafından yapılacaktır ama en üst düzeyde kesin ve ayrıntılı görüşmeler yapılmadan asker gönderilmesi durumunda, üstlenilen bu risk ve maliyetin karşılığını almayı beklemek yanlış olacaktır. 2) Türkiye, egemenliğin ABD tarafından seçilmiş bir Meclis ve Yönetime mi, yoksa bu süreci beklemeden adım adım Irak Konseyi’ne devredilmesini mi tercih etmelidir? Türkiye’nin Konsey ile direk bir ilişki kurmaktan kaçınmasının nedeni ‘bir kere elini verirse, kolunu kaptıracağından’ endişelenmesidir. Ankara Konsey’i eşit bir muhatap olarak kabul ederse bir süre sonra Konsey’in Irak’tan Türk askerlerinin çekilmesi yönünde gelebilecek taleplerini dikkate almaması zorlaşabilir. Öte yandan Konsey de Türkiye’ye, ‘eğer benimle konuşmazsan, yakında Irak’ta mevcut olan askerlerini de çekmeni isterim’ diye özetlenebilecek bir yaklaşıma da geçebilir. Böyle bir talep gelirse Türkiye --öyle ya da böyle—Irak’ta belli bir temsil gücü olan kuruma rağmen bu ülkede askerlerini tutan bir ülke durumuna düşecektir ve bir süre sonra duymazdan gelinemeyecek boyuta gelebilecek bu çağrılar Türk dış politikası için Avrupa ve ABD ile ilişkiler dahil komplikasyonlar yaratabilir. Bu noktada Talabani’nin Irak Konsey Başkanı olarak Türkiye’ye yapacağı ziyaret önemli görünmektedir. Burada bir parantez açarak denebilir ki, Türkiye’nin Irak Kürtleri ile ilgili istihbaratında çok vakit kaybetmeden ilerlemeler kaydetmelidir. Kürtlerle ilgili hem teknik hem de analitik olarak ciddi eksikler olduğu yönünde bir izlenim oluşmaktadır. Kürt kamuoyunun nabzını tutmak, sadece önde gelen değil orta düzey Kürt lider ve kanaat önderlerini takip etmek, Kürt grupların kendi aralarındaki tartışmaları ve karar alma mekanizmalarını bilmek, Türkiye ve Türkiye Kürtlerine bakışlarını anlamak, ABD, Avrupa ülkeleri, İsrail, İran ve PKK ile ilişkilerini ayrıntılarıyla analiz etmek için bu konularda gerekli dil bilgisi olan, toplumsal dokuya hakim ve Kürt kurumlarını penetre edebilecek uzman ve istihbaratçılara olan ihtiyaç giderek artmaktadır. 3) ABD Irak’ta giderek artan kayıplarını sınırlamak için Iraklılara yönelmiştir. Ama kurulması planlanan bu gücün yeterince yetenekli, eski Baasçılardan ayıklanmış, hızlı bir şekilde ve yeterli sayıda ve iyi eğitimli bir şekilde sokaklardaki güvenliği devralması çok uzun sürebilir. Halbuki daha kısa vadede önemli bir mesafe kaydedilmezse bu ülkedeki güvenlik durumu tamamen kontrolden çıkarak Iraklı kuvvetler hazır olduğunda bile artık zapt edilmez boyutlara ulaşabilir. Ayrıca Washington’un bu seçenekte yoğunlaşması Irak’ın sorunlarını en iyi Iraklılar çözer gibi bir mantığın üzerine bina edilmeye çalışılsa da aslında ABD’nin Irak’taki güvenlik problemini başta düşündüğünün aksine kendi başına çözmeyi başaramadığını, dışarıdan anlamlı bir destek bulamadığını ve bu projenin başarısını başkalarına havale ettiği anlamına da gelecektir. 4) Özellikle Afganistan örneği de hatırlanırsa, Madrid’de söz verilen rakamların gerçekten Irak’a ulaşıp ulaşmayacağı çok açık değildir. Telaffuz edilen paraların borç olarak mı, kredi olarak mı verileceği, yoksa sadece Irak’ın önceden klan borçlarından mı silineceği, nakit olanların yeterince hızlı bir şekilde Irak’a ulaşıp ulaşmayacağı ve --belki de en önemlisi-- ulaşsa bile verimli, şeffaf ve adil bir şekilde kullanılıp kullanılmayacağı soruları cevap beklemektedir. Yoksa bir tür ‘kendin pişir kendin ye’ mantığıyla her ülke gönderdiği parayı kendi şirketlerinin üstleneceği ihale ve projeler için kullanılmasını mı şart koşacaktır? İhale ve projelerin bedelleri abartılıyor olabilir. Bu projelerin ve finansmanın yönetimi değilse bile gözetimi daha açık şekilde yapılmalıdır. Ayrıca fakir ve yardıma muhtaç bir çok ülke varken, bu ülkelere gidebilecek paranın dünyanın en büyük ikinci petrol rezervlerine sahip bir ülkeye akıtılması ne derece adil ve akıllıca olduğu sorusu da düşünülmelidir. Washington’un Irak’ın maliyesinin hesap ve denetiminin uluslararası bir kurum tarafından tutulmasında yeterince açık olmaması Irak’la ilgili niyetleriyle ilgili spekülasyonları beslemektedir. Bu arada borçlar ve tazminatlar konusu da önemlidir. Türkiye, Irak’ın borç ve tazminatlarının iptali yönünde çalışmalıdır. Çünkü eğer tersi olur ve Irak halkı yıllarca bu borçları ödemek zorunda kalırsa Türkiye’nin umduğu tüketim seviyesine ulaşamayabilir ve Türkiye için cazip bir pazar haline gelmesi gecikebilir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)
Comments:
Yorum Gönder
|