TurcoPundit |
|
US foreign policy and Turkish-American relations Şanlı Bahadır Koç
Archives
|
Çarşamba, Nisan 16, 2003
G- ABD 16 Nisan Değişim, ‘Sense of Proportion’ ve Tarihin Yararları ve Sınırları Üzerine Herşey, ya da, önemli, alışılmış, pek değişmeyeceği düşünülen ya da değişmemesi istenen bir çok şey, ya gerçekten değişecek, ya da, en azından bir süre için, herkesi değişeceğine inandırmış gibi görünüyor. Önemli bir dönüm noktasında olduğumuz ve hatta o noktayı belki de geri dönülmez bir şekilde geçtiğimizi iddia etmek bir tür salgın haline geldi. Çoğunluğun bir fikri desteklemesi o fikrin yanlış olduğunu iddia etmek için tek başına yeterli değilse de, bir fikrin geçerliliğinden şüphelenmeye başlamak için neredeyse daha iyi bir neden yok gibidir. Ortalık durulduğunda – ne zaman durulacak ortalık, ortalık hiç durulur mu?- dünya denen bu yuvarlağın alışılmış halinden çok farklı olmayan şekilde, ‘eski tozlu yollarında’ yürümeye devam ettiğine şahit olabiliriz. Ama bugün herkeste bir değişim beklentisi var. Bazen değişim beklentisi, ya da sanrısı, tek başına bile değişimin tetikleyicisi olabilir. Değişimin kendisi kollektif bir halusinasyonsa bile yine de nedenleri ve sonuçları üzerine kafa yormaya değer. Bulundukları konuma göre, herkes değişimi umut ya da endişeyle beklemektedir. Değişim, eğer gerçekten gelirse, kendisini umutla bekleyenlerin beklentileri kadar kökten ve müspet ya da endişeyle bekleyenlerin korktukları kadar sarsıcı ve yıkıcı olacak mı, bunu henüz tam bilmiyoruz. Ama biliyoruz ki, her dramatik olayın ille de çığır açması gerekmez. Dramatik olaylar, eğer bir de televizyondan naklen yayınlanıyorlarsa, aslında olduklarından çok daha büyük ve önemli görünebilirler. Böyle olaylar bazen gerçekten de tarihin temposunu arttırabilir ya da yönünü değiştirebilirler. Ama, bir süre sonra olayların hızı, geçmişte bir çok kez olduğu gibi, kolaylıkla ‘mevsim normallerine’ dönebilir ve tarihin yönü eski rotasını – ya da onun yakın bir şeyi- bulabilir. 11 Eylül’ün dünya siyasetinde üzerindeki etkileri bir çok kişinin iddia ettiği gibi belki de gerçekten mesela Soğuk Savaş’ın sona ermesinin etkilerinden fazla olabilir. Ancak bugün olayın üzerinden henüz bunu kesin şekilde iddia edebilecek kadar zamanın geçtiği ve olaya ve sonuçlarına yeterince uzak bir mesafeden objektif bir şekilde bakılabildiği söylemek pek mümkün değildir. Bugün göründüğü kadarıyla 11 Eylül, mesela ne dünya tarihi için gerçek bir kırılma olan Birinci Dünya Savaşı, ne İkinci Dünya Savaşı ne de Soğuk Savaş’ın bitiminden daha önemli bir dönüm noktasıdır. Bir an için bundan altmış sene önce CNN ve internetin var olduğunu farzedelim. O zaman İkinci Dünya Savaşı denen şeyin büyüklüğünün 11 Eylül’ün kıyaslanamayacak kadar fazla olduğunu kabul etmek çok zor olmayacaktır. Akşam eve geldiğimizde televizyonda gördüğümüz Amerikan askerlerinin Bağdat’a girdiği haberi ile Alman askerlerinin Paris’te volta atmalarını, Irak devlet dairelerinin yağmalanması ile Holocaust’u, Bağdat’ın bombalanması ile Hiroshima’yı, Kürtlerin Kerkük’e girmesi ile Kızıl Ordu’nun tüm Doğu Avrupa’yı almasını karşılaştırmak bile doğru olmayabilir. Dolaylı etkileri de dahil edildiğinde bazı rakamlara göre 50 milyon insanın ölümü, yaralanması ya da sakat kalmasına yol açan; başka şeylerin yanında Amerika’yı dünya siyaseti ve ekonomisinin merkezine getiren; 40 küsur yıl dünya siyasetinin regülatörü olacak Soğuk Savaşı başlatan ve belki de en önemlisi, Avrupa’nın dünya siyasetinde en azından dört yüz yıldır süren hakimiyetine son veren ve onu yerle bir eden, nükleer silahların kullanıldığı bu savaşın, televizyonda seyretmesi ne kadar çarpıcı olursa olsun 11 Eylül’den daha az önemli bir dönüm noktası olduğu iddiası kulaklara çok inandırıcı gelmemektedir. İnsanoğlu için için kendi yaşadığı zamanın özel olmasını ister. Tarihi perspektifi olmayanlar, bugünü anlamak için çok yakın geçmiş ve kendi kişisel deneyimleri dışında fazla bir referansı olmayanlar, genelde, kendi yaşadıkları dönemin biricik, geçmişten bağımsız ve ondan üstün olduğunu düşünmeye meyilli olabilirler. Öte yandan bu, tarihin bizi gelecekteki her türlü sürprize karşı hazırlayacağı ve onun geleceği anlamanın tek yolu olduğu anlamına da gelmemelidir. Gelecek, elbette, tarihi çok iyi bilenlerin öngörülerini de boşa çıkaracak kaprisler de yapacaktır. Gelecekte tarihin bile akıl erdiremeyeceği sürprizler olacaktır. Ancak bunun böyle olacağını da yine tarihin kendisinden öğreniyoruz. Tarih bize hiçbir şey öğretmese bile ‘mütevazi’ olmayı öğretmelidir. Roma ‘battı’ diye ille Amerika’nın da batması gerekmez. Ya da, Amerika da bir gün batacaksa bile bu ille Roma’nınkine benzer şekilde, benzer nedenlerle ya da bizim görebileceğimiz bir zamanda olması gerekmez. Tarih ve dolayısıyla gelecek, bizim tahmin ettiğimizden ve belki de anlayabileceğimizden çok daha zengindir. Tarih bize sadece, bugün Amerika’nın olduğu gibi, Roma’nın da, hakimiyetinin hiç bitmeyeceğini düşündüğünü hatırlatır. Ama bu tek başına, Amerika’nın da Roma’nın kaderine uğrayacağının garantisi olamaz. Sadece bize Amerika’nın, kendisinin sandığı kadar biricik olmadığını görmemize yardımcı olur. Yoksa tarih emretmez, yasa koymaz, ceza vermez. Sadece fısıldar, dikkat çeker ve tavsiyede bulunur. Tarihin tavsiyeleri de yanılmaz değildir. Daha da kötüsü, aslında tarihin neyi tavsiye ettiği her zaman açık da değildir. Tarih her şeyi ‘bilmez’ ama ondan daha çok ‘bilen’ başka bir şey de yoktur. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)
Comments:
Yorum Gönder
|