TurcoPundit

US foreign policy and Turkish-American relations
ajp1914@yahoo.com
Home
Foreign Press Review
Şanlı Bahadır Koç


This page is powered by Blogger. Isn't yours?
Cuma, Nisan 04, 2003
 
G-ABD 4 Nisan
Türk-Amerikan İlişkilerinde ‘Tüccar Mantığı’ – ‘Veresiye Satan, Peşin Satan’

Türk-Amerikan ilişkileri Irak krizinden önce belki de olması gerekenden de fazla ‘ataerkil’ bir görüntü çiziyordu. Türkiye Washington’a ‘saygıda kusur etmiyor’, Washington da kendince Türkiye’yi ‘görüyor’ ve temel ihtiyaçlarını karşılıyordu. İki taraf da ilişkinin uzun ve neredeyse hiç bitmeyecek ya da bozulmayacak olduğunu varsayar gibiydi. Mesela Washington’da, ‘Ankara’ya IMF’de destek verelim nasıl olsa ondan ileride isteyeceğimiz şeyler olacaktır’, Ankara’da ise ‘Washington’u kızdırmayalım, başımız sıkıştığında döneceğimiz başka kim var?’ diye düşünülüyordu. İki taraf da birbirine bazı destek, kolaylık ve ‘kıyaklarda’ bulunuyor ancak bunun muhasebesi pek net, anında ve yüksek sesle tutulmuyor ve daha çok iki tarafın kendi zihnindeki ‘hesaba yazılıyordu.’ Ancak zamanla taraflar karşı tarafa tam söylemeseler de aldıklarının verdiklerinin epey gerisinde kaldığını düşünmeye başladılar. Ankara Washington’un kendini kullandığını ama bunun karşılığı olarak sunduklarının ‘masrafı bile kurtarmadığını,’ Washington ise Ankara’ya yaptığı siyasi, ekonomik ve askeri yatırımın özellikle Irak’taki getirisinin hayal kırıklığı yarattığını düşünmeye başladı. Bu noktada Türkiye’nin ‘artık babaevini terkedip artık kendi ayakları üzerinde durması’mümkün ve arzulanan bir şey midir?

Acaba ilişkide daha tüccar, daha karşılıklık ilkesine dayalı, daha serbest, ne kadar mümkünse o kadar eşit ve adil, fazla bağlayıcı olmayan, her zaman her koşulda beraber hareket edilmesi şart olmayan ve işbirliğinin çıkarların ve eğilimlerin kesiştiği alanlarla sınırlı olacağı daha ‘seviyeli’, mesafeli, ‘fazla laubali olunmayan’ bir formata geçilmeli midir? İlişki hem ekonomik hem de siyasi anlamda ‘veresiye kabul etmeyen bir müessese’ haline dönüşebilir mi? İki taraf arasındaki ‘güven kredisi ve likiditesi’ sınırlı böyle bir ilişki şüphesiz geçmişe oranla çok daha az ‘ciro’ yaratacaktır. Ancak tarafların ‘defterleri’ arasındaki farklılıklardan kaynaklanan tartışmaların yaşanmasının önüne geçilebilecektir. Bu tür bir ilişkiye geçilmesi 1) mümkün müdür? 2) Bu Türkiye açısından tercih edilmeli midir? 3) Halihazırda zaten böyle bir trend olduğu söylenebilir mi?

Göründüğü kadarıyla Tony Blair ve bir ölçüde Colin Powell Birleşmiş Milletler’i Irak’ta işin içine bir şekilde sokmak istiyorlar. Bunun harekatın meşruiyetini savaş sonrasında da olsa arttıracağını, yeniden inşa sürecine harekata muhalif ülkeleri de katacağını ve maliyet ve risklerin eşit olmasa da paylaşılacağını umdukları anlaşılıyor. Cheney ve Wolfowitz ise bunun Amerika’nın Irak’a istediği şekli vermesini engelleyeceğine inanıyorlar. Şahinler insani yardım konusunda BM’nin oynayabileceği bir rol olacağını görüyorlar. Ve hatta belki savaş sonrasında Irak’ın silahsızlanması konusunda BM denetçileriyle beraber de çalışmak da isteyebilirler. Ancak siyasi konularda BM ile paylaşmak istedikleri bir şey yok. Şahinlere göre bu savaşı onlar kazanmış olacaklar, o halde ‘düdüğü de onlar çalmalı.’ Bu grup Irak yönetimini Amerikan Dışişileri Bakanlığı’na bırakmamaya da kararlı görünüyor. Eğer istediklerini gerçekleştirebilirlerse Irak’ta kurulacak yönetimin toplantıları personel açısından American Enterprise Institute toplantılarına epey benzeyebilir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


Comments: Yorum Gönder