TurcoPundit

US foreign policy and Turkish-American relations
ajp1914@yahoo.com
Home
Foreign Press Review
Şanlı Bahadır Koç


This page is powered by Blogger. Isn't yours?
Çarşamba, Şubat 25, 2004
 
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız


Salı, Şubat 24, 2004
 
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız

G-ABD 24 Şubat 2004
Büyük Ortadoğu – Irak’ta 30 Haziran Yaklaşırken

Türkiye Büyük Ortadoğu projesinin sadece tribünlere yönelik bir girişim olmaktan çıkıp, somut ve sonuçta bölgeyi daha güvenli, istikrarlı, özgür ve müreffeh bir yer hale gelmesini sağlayacak bir şekle bürünmesine kendi fikri ve siyasi katkısının ne olabileceği üzerinde düşünmelidir. Henüz nihai şeklini almadığı için etkilenmeye ve şekillendirilmeye açık olan bu süreçte Türkiye’nin girdisi sadece “eline tutuşturulan” metinler ya da okumasıyla Washington’u memnun edeceğini düşünülen “söylemlerle” sınırlı tutulmamalıdır. Türkiye’nin model, ilham kaynağı ya da lider olması “kendi sesi” ile konuştuğunda, “yerel” yönünü unutmadığını ve gerektiğinde ABD/Batı ile sıkı pazarlık yapma yeteneğine sahip olduğunu gösterdiğinde daha kolay olacaktır. Türkiye’nin AB sürecinde derinden yaşadığı, modernleşme ve demokratikleşmenin “bizden istendiğinden değil bizim için iyi olduğu için ve iyi olan şekilde” gerçekleştirilmesi gerektiği şeklinde özetlenen formülle bölge halkları uzun süre cebelleşmek zorunda kalacaktır. Bu kitlelerin değişimin salt objesi değil subjesi de olup olamayacakları bu değişimin başarısının en kritik faktörlerinden biri olacaktır. Türkiye’nin de yaşadığı bu coğrafyanın modernleşmesi ABD bu yönde bir söylemle ortaya çıkmasaydı bile Türkiye için arzu edilir bir şeydir. Bu projenin çıkış noktası, bazen ifade edildiği gibi bencil, dar görüşlü ve hatta saldırgan bir bakış açısıysa bile, başta Avrupa ve bölge devletleri ve ile yakın ve kapsamlı danışmalar vasıtasıyla bu enerji daha olumlu yollara kanalize edilebilir. Sorun bölgede arzulanılır olmanın ötesinde elzem hale gelen değişimin içeriği, zamanlaması, temposu, araçları ve bölge halklarının bu sürece nasıl dahil edileceğidir. Ankara Washington’u, Başkan Bush’un “artık diktatörleri destekleyerek eski hataları tekrarlamayacağını” söylediği anda dahi Azerbeycan ve Özbekistan gibi benzer rejimlere verilen destekte olduğu gibi devam eden söylemiyle uygulamaları arasındaki çelişkiler konusunda uyarmalıdır. Ankara Filistin sorununun çözümünün sadece adalet duygusunun tatmin edilmesi açısından değil bölgede müspet gelişmelerin yaşanma şansını arttıracağı için gerekli olduğunu vurgulamalıdır. Bölgede İran gibi ülkeleri –tamamen değilse bile ciddi ölçüde- rahatlatabilecek ve böylelikle nükleer silah edinmekten vazgeçirebilecek bir güvenlik mimarisi oluşturulması ve İsrail’in nükleer silahlarının da bu sisteme dahil edilmesi yönünde fikirler üretilmelidir.

Bush Yönetimi egemenliği Iraklılara devretmek için, her ne kadar haklı başka gerekçeleri olsa da, esas itibariyle iç politik nedenlerle 30 Haziran tarihinde ısrar etmektedir. Bu tarih yaklaşırken Irak’taki güvenlik, siyasi ve diplomatik süreçler giderek hızlanmakta ve karmaşıklaşmaktadır. Bu süreçler hızlanırken Ankara’nın değil karşılık vermek sadece olanları ayrıntılı takip etmek için bile şimdiye kadar olduğundan daha yüksek bir siyasi-bürokratik ilgi ve performans göstermesi gerekmektedir. Türkiye dış politikasında “hem yürüyüp hem sakız çiğneyebilmek,” “kondüsyonu güçlü olmak” ve “topa bakarken rakibi kaçırmamak” zorundadır. İşgal sonrası Irak için bazı fikirler ve opsiyonlar yavaş yavaş belirmeye başlasa da aşağıdaki soruların nasıl cevaplanacağı henüz belli değildir: Seçimin şekli ve zamanlaması, ve aradaki dönemde egemenliği hangi kurumun üstleneceği; yeni yönetimin ABD askeri varlığının devamına ne süre ve şekilde izin vereceği; yeni Irak’ta dinin siyasi hayattaki yeri; geçiş döneminde muhtemel bir federasyonun siyasi ve fiziki sınırlarının hangi netlikte çizileceği. BM raporunun da işaret ettiği gibi seçimin sadece teknik/lojistik değil hukuki ve kurumsal altyapısının da kurulması gerekmektedir. Rapor bu sağlandıktan sonra gerekli kaynaklarında kanalize edilmesi halinde bile seçim için en az sekiz ay gerektiği şeklindedir. Seçim sistemi, kanunu ve seçmen listelerinin tespiti, yeni bir nüfus sayımı mümkün olmadığına göre ambargo döneminden kalan karneler temel alınarak yapılabilecek mi? Güvenlik sağlanmadan seçimin yapılmasının zorluğu açık olsa da 30 Haziran’dan sonra güvenlik durumunun düzeleceğini düşünmek için tek neden bu safhada yapılacak saldırıların halktan daha az tasvip alması olacaktır. Bu arada seçimde, özellikle belli bölgelerde baskın olan gruplar kendi sayılarını abartmaya eğilimli olabilirler. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


Pazartesi, Şubat 23, 2004
 
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız
G-ABD 23 Şubat 2004
Barışgücü Kapasitesi

Nato’nun Irak’ta hemen değilse bile çok da uzun olmayan bir süre içinde rol alması ihtimalinin belirmesi üzerine Türkiye’nin bu örgütün şemsiyesi altında bu ülkeye asker göndermesinin tekrar gündeme gelmesi mümkün hale gelmiştir. Sivil ve asker devlet kurumları, özel kurumlar, sivil toplum kuruluşları arasında ilerde gerçekleşebilecek barış-koruma, barış kurma ve devlet inşası faaliyetlerinde daha hızlı, etkili ve kapsamlı bir hazırlık ve işbirliği sürecinin hukuki ve kurumsal altyapısı önceden/şimdiden hazırlanmalıdır. Bu süreçte askeri kurumlar merkezi bir rol oynayacak olsalar da tek aktör olmayacaklardır. Muhtemel bir operasyonda - en azından ilk safhadan sonra liderliği sivil ve siyasi bir kişiliğin yapması gerekebilecektir. Türkiye’de, gerek devlet mekanizmalarına aşina hem de dünyadaki olayları yakından takip eden tecrübeli devlet adamları bu tür görev için kendilerini hazırlamalıdır. Türkiye gelecekteki benzer durumlarda hem fiziki hem de zihinsel olarak yüksek bir hazırlık düzeyinde bulunmalı ve böylelikle uluslararası girişimlerde bulunma, liderlik etme, fikir ve plan ortaya sürme gibi yetenekler kazanmalıdır. İlerideki benzer durumlarda sivil, askeri ve siyasi kurumlar arasında -şimdiden kesin tahmin etmek zor olsa da kabaca bir fikir sahibi olunması gereken- işbölümünün ayrıntıları şimdiden hazırlanmalıdır. Ordu, Dışişleri, siyasi temsilciler, parlamenterler, Kızılay temsilcileri, akademisyenler ve medya kurumlarından oluşan ve periyodik olarak toplanan bir kurumlar-arası (interagency) yapı oluşturulmalıdır. Silahlı Kuvvetler bünyesinde sadece TSK’nın katıldıklarıyla sınırlı olmayacak şekilde dünyadaki bu tür operasyonlardaki gelişmeleri hem detaylı hem de kavramsal olarak sürekli takip edecek, Türkiye’nin bu tür operasyonlarda başarılı olabilmesi için gerekli kapasiteler konusunda siyasi ve askeri liderleri bilgilendirecek analitik bir birim kurulmalıdır. Bu birim gerek yurt içinde, gerekse yurtdışında bu konuda çalışan insanları bir araya getirmeli, nokta hedefli konferanslar düzenlenmeli, uluslararası yardım kuruluşları, NATO, BM, UNHCR vs gibi kurumlarla sürekli irtibat halinde olmalıdır. Barış koruma ve devlet inşası ile ilgili gereken özel eğitim, personel, teçhizat ve silah konusunda savunma liderlerini bilgilendirmelidir.
Önümüzdeki dönemde TSK’nın özellikle yakın çevremizde bu tür operasyonlara katılma ihtimali geleneksel bir savaşa katılmasından çok daha yüksektir. Başarılı barış gücü kuvvetlerinin sahip olması gereken meziyetler nelerdir? Bu tür görevlere gidecek askerlere belki de gerekebileceği gibi hızlı bir şekilde eğitim verecek birimlerin hazır olması ve kurumsal ve kurumlar-arası bir hafızaya sahip çok önemlidir. Türkiye’nin 2003 sonbaharında Irak’a asker gönderme tartışmaları ve hazırlıkları çerçevesinde yaşadığı tecrübe eleştirel bir gözden geçirmeye tabii tutulmalı, benzer bir durum yaşandığında o zamanki hata ve problemlerin yaşanmaması için gerekli önlemler şimdiden alınmalıdır. Bu tür operasyonlarda dil becerisi, sosyal iletişim becerisi, psikolojik hazırlıklar vs gibi konularda albay ve altı düzeydeki savunma liderlerin meziyetleri ve eğitimleri çok önemli olabilmektedir. Değişik yerel unsurlar arasında hakemlik, arabuluculuk, liderlik vs yapabilecek “diplomat askerler” yetiştirmek gerekmektedir. Yurtdışında, değişik coğrafi ve kültürel iklimlerde görev yapabilecek jandarma birimlerinin eğitimine verilen öncelik yükseltilmelidir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


Perşembe, Şubat 19, 2004
 
Bu sitedeki yeni mesajlar? e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız

G-ABD 19 Şubat 2004
ABD-İran İlişkisi Üzerine Notlar

Aşağıdaki faktörler ABD’nin yakın dönemde İran’a fiziki bir baskı uygulamasını zorlaştırmakta ve hatta imkansız hale getirmektedir: 1) ABD’de yaklaşan seçimler ve Yönetim’in bu dönemde risk almaktan kaçınmak istemesi, 2) Irak’taki kısmi başarısızlık ve silahların bulunamaması nedeni ile Yeni muhafazakarların belki geçici ama net bir şekilde geri plana çekilmeleri, 3) Irak’taki durumun belirsizliğini koruması ve Washington’un burada İran’ın desteğine ihtiyaç duyması, 4) İran’ın nükleer programı çerçevesinde Avrupalılarla girdiği diyalog süreci, 5) Afganistan’da iki ülkenin resmi olarak olmasa bile pratikte uyumlu bir şekilde “çalışmaları” ve buradaki uyumun başka konular için bir örnek teşkil etmesi, 6) İran’da muhafazakarların ABD ile konuşmaya açık kapı bırakmaları. Ancak bu durum seçimden sonra şu şartlarda değişebilir: 1) Özellikle Bush kazanır ve sert politikalarının kamuoyu desteği aldığına inanırsa, 2) İsrail İran’ın nükleer programı hakkındaki şikayetlerini arttırarak sürdürürse ve şüphelenildiği gibi İran’ın denetime açtığının dışında gizli paralel programları olduğu ortaya çıkarsa, 3) ABD Irak’ta yetkiyi Iraklılara devrettikten ve Şiilerle belli bir anlayışa vardıktan sonra artık İran’ın desteğine ya da sessizliğine eskisi kadar ihtiyacı olmadığını hissetmeye başlarsa, 4) Irak’taki şiddet eylemlerinin kısmen de olsa bazılarının arkasında İran ve onunla ilişkili Bedr Tugayları gibi birimler olduğu ortaya çıkarsa, 5) İran’da sistem dışındaki şu anda henüz çok örgütlü olmayan geniş memnuniyetsizlik dalgası, sistemi ciddi ve yaygın bir şekilde zorlamaya başlar ve rejim bunu sertlikle bastırmaya kalkarsa, ABD dolaylı yoldan ve hatta nükleer konuda direk fiziki nokta saldırılarla İran’a baskıyı arttırabilir.

İran’ın Büyük Orta Doğu’daki merkezi konumu ve burayı kontrol etmenin ya da en azından burada düşman olmayan bir rejimin ortay çıkmasının ABD’ye sağlayacağı sayısız avantajlar vardır. İran’ın Avrupa, Rusya ve Çin ile geliştirdiği üst düzey ilişkiler. Burada bir rejim değişikliği bu ilişkileri tamamen sona erdirecek değilse de bu ülkelerin İran üzerinden bölgeye girmelerinin önünü alabilecektir. Yukarıda bahsedilen aktörler Irak’tan sonra İran’ı da kaybetmemek için Irak’ta olduğundan çok daha fazla ve muhtemelen çok daha organize bir şekilde ABD’ye direneceklerdir. İran’ın Amerikan sistemine entegresi bu ülkenin kendi enerji kaynaklarının yanında Orta Asya ve hatta Kafkas petrollerinin dünya piyasalarına taşınması için yeni imkanlar sunabilecektir. Belki biraz iddialı bir şekilde de olsa denebilir ki, aslında Irak’tan çok daha fazla İran, Orta Doğu’da başarılı demokratik bir deneyin laboratuarı olabilir(di). Bunun kültürel ve siyasi nedenleri olabilir (İran’ın parlamenter geleneği ve tecrübesi) Ayrıca, bir açıdan bakıldığında İran da Irak gibi çok etnili bir ülke olsa da, burada Irak’taki gibi bir çözülme yaşanması ve iç savaş ihtimalinin ortay çıkması daha zordur.
İran, mükemmel olmasa da Irak’la kıyaslanmayacak kadar daha entegre bir ülkedir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)




Pazartesi, Şubat 16, 2004
 
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız
G-ABD 16 Şubat 2004
Kıbrıs Üzerine Notlar

Son dönemde Türk dış politikası ile ilgili tartışmalar gerek konu çeşitliliği, gerekse iştirak eden kitlelerin büyüklüğü ve türü açısından bakıldığında genişleme içindeyse de, bu sürecin tartışmanın kalitesini ve derinliğini de aynı derecede geliştirdiğini söylemek için henüz erkendir. Ne yazık ki, Türkiye’de dış politika tartışmaları hala “içi doldurulmuş” ve sınırları özenle çizilmiş kavramlar, somut örnekler, fikirler, çürütülebilir önermelerle ve ayrıntılı politika seçenekleri ile değil, yuvarlak ifadeler, imajlar, sloganlar, klişeler ve kişiselleştirilmiş çatışmalar ve sözde entelektüel ambalajlara sarılmış önyargılar üzerinden yapılmaktadır. Annan Planı’nı eleştirmek ve değiştirmeye çalışmak için zamanın artık – en azından şimdi yaşanan süreç sonuçlanana kadar- biraz geç olduğu doğru ise de, şu ana kadar bunu yapmaya çalışanların çok etkili ve belki de yaratıcı olamadıkları; Annan Planı’nı destekleyen ya da en azından kabul edilmez bulmayanların da can sıkıcı soruları herkesin paylaşması gerekmeyen bir iyimserlik dışında çok ikna edici argümanlar öne sürmeden savuşturdukları iddia edilebilir. İlk grup büyük ölçüde Türkiye’nin haklılığının ve gördüğü muamelenin adaletsizliğinin arkasına gizlenmiş, ikinci grup ise Ankara’nın karşılığında bir şey almadan verdiği her ödünü neredeyse mazoşistçe diye nitelenebilecek şekilde alkışlayan bir görüntü çizmiştir. Annan Planı’nı madde madde tartışan, ayrıntılar, alternatifler, küçük taktik varyasyonlar gelişmesine katkıda bulunabilecek kollektif bir entellektüel bir iklim oluşturulamamıştır. Dış politikanın demokratikleşmesinin uzun vadede Türkiye’nin çıkarına olduğu doğru ise de kısa vadede bu sürecin Türkiye’ye bazı maliyetleri olabileceği görülmektedir. Kıbrıs sorunu bu yıl içinde “çözülse” bile bunun Türkiye için sadece ideal değil optimal da olmayan bir şekilde olacağı iddia edilebilir. Türkiye’nin Kıbrıs konusunda niye bu kadar başarısız bir sonuca razı olmak zorunda kaldığı sorusunu sadece dış politikanın uygulayıcıları değil kamuoyunda bunu tartışan ve politikaya rehberlik yapması gereken kişi ve kurumların da cevaplaması gerekir. Türkiye dış politika tartışmalarında önce verileri, sonra opsiyonları, iddiaları, temennileri, planları ve alternatifleri sistematik bir şekilde birbiriyle çatıştıran bir entelektüel altyapıya; karmaşık konuları halkın anlayabileceği dilde ama içeriğini boşaltmadan anlatacak objektif gazetecilere; devlet kurumlarına olabildiğince objektif ve çok yönlü entellektüel hizmet verecek özel kurumlara ve Türkiye’nin “çıkarlarını” ülke içindeki “köşe kapma” mücadelesi için feda etmeyecek ve sadece siyasetçilerle sınırlı olmayan iç aktörlere ihtiyacı vardır.

Aşağıdaki satırlar yazarın sahip olmadığı bir birikim ve uzmanlıktan çok Kıbrıs konusunda son dönemde yapılan tartışmalara dışarıdan yapılan gözlemler olarak kabul edilmelidir: Kıbrıs’ta geçen hafta sağlanan ilerleme içerikle değil süreç ile ilgilidir ama kabul etmek gerekir ki bu sürecin de dayattığı ve sonuçta içeriği de belirleyecek bir mantığı vardır. Şu soru Annan Planı’nın savunucuları tarafından ikna edici şekilde savunulmuş değildir: Aslında büyük ölçüde beraber yaşamak istemeyen iki ayrı halkı buna zorlamak hem pratik hem de ahlaki açıdan ne kadar doğrudur? Türklere aslında çok fazla talep etmedikleri bir şeyi (yeni devletin dönüşümlü Başkanlığı gibi) şeyleri veren ama bunun yanında onlardan vermek istemedikleri şeyleri alan bu plan, adil olmayı bırakın teknik açıdan da acaba geliştirilemeyecek ve alternatifi olmamayı hak edecek bir çözüm müdür? Oluşan iyimser havaya rağmen Kıbrıs’ta anlaşmayı zorlaştıracak ve hatta engelleyecek faktörler şunlar olabilir: Türkiye’de ve Yunanistan’daki seçimler, Denktaş’ın ortaya çıkacak metni tatmin edici bulmayıp imzayı reddetmesi ve bu sorumluluğu AKP Hükümeti’ne bırakması, ortaya çıkacak sonucu Türkiye’de Hükümet desteklese bile Meclis’in farklı bir tutum takınması ve AKP’li milletvekillerinin ‘Kıbrıs’ı satmakla’ suçlanmaktan korkmaları, AB’den ve özellikle Almanya’dan Kıbrıs’ta bir çözüm olsa dahi bunun AB üyeliğini garanti etmeyeceği yönünde ve “fısıltı şeklinde” gelebilecek uyarılar ve nihayet referandumda en az bir ülkenin “hayır” demesi. Yaklaşık 30 yıldır dünya ile sınırlı ilişkisi tamamen Türkiye üzerinden kurulmuş, hep “yoğun bakımda tutulmuş,” “serumla beslenmiş” olan Kıbrıslı Türkler kendilerini birden dünyanın en büyük ve en entegre uluslararası yapısının içinde bulacaklardır.Kuzey Kıbrıslılar Avrupa Birliğine girmek için hemen hiç bir hazırlık yapmamışlardır ve açıkçacı bunu hak etmemişlerdir. Sayılarının azlığı nedeniyle bu durum aşılması imkansız bir engel yaratıyor değilse bile aslında çaba harcamadıkları, hak etmedikleri, bilmedikleri ve hazır olmadıkları halde AB’ye girmeleri ve bunu da sonuçta Rumlar sayesinde yapacak olmaları maddi değilse bile bazı psikolojik sorunlar yaratmaya müsaittir. Çözüm olması halinde Türk kesiminin AB’ye girmesinin kendilerinin yaptıkları teknik hazırlıklar sonucunda olduğunu haklı olarak düşünecek olan Rumlar Türk tarafının kendilerine borçlu olduğunu düşünmeye meyilli olabilecek ve belki de dolaylı yollardan bunun diyetini isteyeceklerdir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


Cuma, Şubat 13, 2004
 
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız
G-ABD 12 Şubat 2004
ABD ve Büyük Ortadoğu

Orta Doğu, başka şeylerin yanında, genç, işsiz, eğitimsiz, tatminsiz, kızgın, ümitsiz, fakir ya da fakirleşen, giderek artan oranda şehirlerde yaşamaya başlayan ama “şehirli” de olamayan ve zapt edilmesi zor bir nüfusun yaşadığı bir bölge olduğu için; dünya petrol rezervlerinin üçte ikisine sahip olduğu için; kitle imha silahlarına yeni sahip olan ve buna özenen devletler yer aldığı için; uluslararası politikada nüfusu ve büyüklüğünden çok daha fazla rol oynayan İsrail gibi bir devleti içerdiği için; ticari ve ekonomik olarak gerek dünyanın geri kalanı ile gerekse kendi içinde çok düşük derecede entegre olduğu için; gerçek düzeyi tartışmalı olsa da Amerikan aleyhtarlığının önemli boyutlarda olması ama ABD’nin burayı kendi haline ya da başkalarına bırakamayacak olması nedeniyle görülebilir gelecekte dünyanın en ‘hareketli’ bölgesi olmaya adaydır. İddia edilebilir ki Orta Doğu transatlantik ilişkilerindeki sorunların en önemli kalemidir.

Bush Yönetimi’nin ‘Büyük Ortadoğu projesi’ henüz muğlak, gelişmeye açık ve muhtaç bir safhadadır. Türkiye’de tersini düşünen çok sayıda kişi olsa da, ABD bu bölgede dönüşüm gerçekleştirme amacıyla ortaya henüz kapsamlı, ahenkli, ayrıntılı, uygulanabilir, yaratıcı, heyecan verici ve ikna edici bir plan koymuş değildir. Zbigniew Brzezinski’nin de işaret ettiği gibi böyle bir plan, demokratikleşme ve modernleşme gibi genel hedeflerin yanında, Filistin sorununun çözümü konusunda şimdiye kadar olandan daha güçlü ve yaratıcı adımları, bölgesel bir güvenlik mimarisi yaratma yönünde çaba harcamayı, başta Avrupa olmak üzere diğer büyük güçler ile daha uyumlu çalışmayı, uluslararası kurumları sürece yoğun şekilde dahil etmeyi de içermelidir. ABD’nin 1975 Helsinki süreci ile Doğu Avrupa’da elde ettiği başarıların benzerinin burada da yaşanmasının önündeki engeller arasında bölge halkının ABD’ye olumsuz bakışı ve Washington’un bölgede en az kırk yıldır aktif rol almasına rağmen Orta Doğu’da –Avrupa’dan farklı olarak- tamamen yabancı bir kültürel topoğrafyada olması ve tüm analitik altyapısına rağmen burada çok sık ve ciddi başarısızlıklar yaşaması sayılabilir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


Pazartesi, Şubat 09, 2004
 
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsaniz lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yaziniz
G-ABD 9 Şubat 2004
İstihbarat Sorunu / 2004 Seçimleri

Irak’ta, iç savaş, kökten-dinci bir rejim, ülkenin barışçı olmayan bir şekilde ve komşu ülkeleri de içine çekerek şiddetli bir biçimde bölünmesi gibi senaryolar çok muhtemel değilse de giderek daha mümkün hale gelmektedir.Bush Yönetimi ciddi olarak Irak’ı bulduğundan da kötü durumda bırakma riskiyle karşı karşıyadır. Bu noktada savaşa neden olarak gösterilen kitle imha silahları, Saddam’ın terör örgütleri ile ilişkisi, insan hakları gibi konular daha yakından mercek altına alınmaktadır. Amerika’nın devletinin güvenilirliği ve Amerikan istihbaratının kapasitesi hakkında soru işaretleri yoğunlaşmaktadır ki bu durumun, Zbigniew Brzezinski’nin de ifade ettiği gibi, gelecekte doğruyu söylediği zaman bile inanılmamak gibi ciddi sonuçları olabilir. Wolfowitz’in Esquire röportajında belirttiği gibi kitle imha silahları zaten savaşın gerçek nedeni değildi de hem halkı en çok ikna edecek hem de Yönetimin içinde bir konsensüs oluşmasını en kolay sağlayacak konu olduğu için mi seçilmişti? Savaştan önce Fransız ve Alman istihbaratı dahil herkes Irak’ın sınırlı da olsa bir kitle imha silahları programı olduğuna inanıyordu. Ama şimdi bunun öyle olmadığı –henüz kesin olmamakla beraber- ortaya çıktı. Saddam silahlar yoksa niye denetçilere direndi? Halkına karşı prestij kaygısıyla mı böyle hareket etti? Yoksa bu silahlara sahip olduğu yönünde blöfü tutarsa kendisine saldırılamayacağını mı hesapladı? (Bkz. 28 Ocak 2003, “Irak’ın Silah Programları ile İlgili İhtimaller”) Bu konuda ayrıca Irak’lı bilim adamlarının Saddam’ı kandırdıkları ve bu program için ayrılan parayı kendi hesaplarına geçirdikleri teorisi üzerinde durulmaktadır.

ABD’de halk, muhalefet, Kongre, medyanın önemli bir kesimi ve dışarıda savaşa destek veren hükümetler Irak’ın olmayan silahları ile ilgili olarak şimdi bildiklerini o zaman da biliyor olsalar yine de savaşa girerler ve desteklerler miydi? Bush yönetiminin istihbaratı kendi çıkarları ve önyargıları paralelinde çarpıttığı, özellikle Cheney ve Rumsfeld’in “duymak istedikleri şey gelene kadar” bu kurumları zorladıkları gerçeği bugün açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Bush ve Blair, aslında Irak’ta kitle imha silahlarının varolduğundan emin olmak için yeterince kanıtları olmadığı halde yine de bundan emin olmayı seçmişler ve ‘inanmak’ ile ‘bilmek’ arasındaki, ‘potansiyel’ tehdit ile ‘ivedi’ tehdit arasındaki çizgiyi zorlamışlardır. İkisinin de silahların bulunmasına samimi olarak şaşırmaları onları bu kusurlarından arındırmaya yetmeyecektir. Irak’taki güvenlik durumu Kasım ayında olduğu kadar manşetleri işgal etmiyor olsa da, savaşın ve sonrasının ekonomik ve insani maliyeti, Şiiler ile gerilen ilişkiler ve Kuzey’de durumun kontrolden çıkabileceği gerçeği yukarıdaki istihbarat başarısızlığı ile birleşince Bush için Irak’ı bir seçim sorunu haline getirmiştir. Yeni kurulan istihbarat komisyonun Yönetim’in istihbarat örgütlerine yaptığı baskıları araştırmak gibi bir görevi olmasa ve raporun tarihi seçimden sonraya bırakılsa bile seçimden önce Komisyon’dan Bush’a zarar verebilecek ayrıntılar basına sızabilir. İlk önseçimleri kazanarak kampanyasında büyük bir ivme yakalayan John Kerry, eğer adaylığı ve sonrasında seçimi kazanırsa Kennedy’den bu yana ilk Kuzeyli Başkan olacaktır. Kerry’nin adaylığı kazanması halinde yardımcısı olarak bir Güneyliyi ve muhtemelen John Edwards ya da Wesley Clark’tan birini seçeceği düşünülebilir. Soğuk Savaş sırasındaki tüm Başkanlar orduda hizmet vermiş ama bu gelenek Clinton ve Bush ile bozulmuştu. Ancak Amerika şimdi tekrar bir tür ‘savaş’ içindeyken Beyaz Saray’a talip olanlar için askeri tecrübenin yine önemli bir artı olması mümkündür. Şu an için Demokrat Parti’deki yarışın bittiğini söylemek için erkense de eğer Kerry Salı günü Güney’deki iki eyalette yapılacak yarışı da kazanırsa artık tutulmaz hale gelebilir. Ama buraları Edwards ya da Clark alırsa yarış tekrar başlayabilir. Kerry’nin bazı kamuoyu yoklamalarında Bush’u yener gözükmesi ona olan ilgiyi attırmıştır. (Bkz. 5 Ocak 2004, “2004 Seçimleri Üzerine Düşünceler”). (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)


Cuma, Şubat 06, 2004
 
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız
G-ABD 05 Şubat
Kürtler ve Federasyon

Erbil’deki bombalı saldırıların hem Kürtlerin Irak’ın geri kalanından ayrı olma isteklerini ve hatta kararlılıklarını perçinlemek, hem de Amerikalıların Kürtlerin taleplerine karşı gösterecekleri hoşgörüyü arttırmak gibi sonuçları olabilir. Amerikalıların Kürtleri bir daha açıkça ortada bırakmaları bu kez daha güçtür. Kürtler Kerkük, petrol, vergi ve ordu gibi konularda geri adım atmaya henüz yaklaşmış görünmemektedir. Son bombalanma ile beraber dünyada Kürtlerin taleplerine karşı duyulan sempati artabilir. Olayda ölenler arasında bağımsızlık talebine temkinli yaklaşan Kürt liderler olması bazı komplo teorilerine kaynaklık edebilecekse de şu aşamada bu konuda bir şey söylemek güçtür.

ABD’nin kendisi de bir federasyon olduğu için Irak’ta federal bir çözüme olumlu anlamda önyargılı baktığının altını çizenlerin, ABD’deki coğrafi federal yapı ile Kürtlerin istediği etnik temelli federasyon arasındaki farklılıkları gözden kaçırmamaları gerekir. ABD’deki federal birimler herhangi bir dini ya da etnik esasa göre değil, tam tersine bunu engelleyecek şekilde çizilmiştir. ABD’deki Başkanlık kurumu ülkenin birliğinin en önemli ve güçlü sembolüdür. ABD’den federal birimlerin ayrılması söz konusu olmadığı gibi İç Savaş da Kuzey tarafında başka bazı nedenlerin yanında ülkenin bütünlüğünün parçalanmasını engellemek amacıyla yapılmıştır. Irak’ın tarihi, etnik yapısı ve uluslaşma süreci ile ABD’ninkiler arasında ciddi bazı farklılıklar olsa da, sonuçta çok sık tekrarlandığı için daha az geçerli olmayan şu genellemeyi hatırlamakta fayda vardır: Etnik temelli federasyonlar, bazı istisnalar haricinde, merkezkaç kuvvetler yaratmaya en hafif deyişle meyilli olmakta ve hatta bunun da ötesinde adeta koşullanmaktadırlar. Irak’ın etnik temelli bir federasyon olması bir süre sonra bölünmesini nerede ise kesinleştirecektir. Bu temel gerçeği tekrarlayan herkesi değişimin yönünü, hızını ve doğasını kestiremeyen dünyayı takip etmekten aciz insanlar olarak görmek haksızlık olabilir. Ayrıca Kürtler bir yandan kısmen anlaşılır nedenlerle Irak’ın parçası olmaya isteksiz yaklaşırlarken, öte yandan da başta Türkmenler olmak üzere diğer etnik ve dini gruplara yaklaşımları ile güven vermekten uzak bir görüntü çizmektedirler. Eğer Irak’ta Kürtler ve Araplardan oluşan iki federal birim oluşursa, Kürtlerin Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nda 1867 sonrasında Macarların oynadığı türden kendi içlerindeki azınlıklara tahammülsüz bir rol oynamaları ihtimali bulunmaktadır. Başka bir tarihsel benzetme daha yapmak gerekirse Kürtler, uluslaşma sürecini geç yaşayan ve bu nedenle 19 . yüzyılın ikinci yarısında Avrupa’daki diğer büyük devletleri tedirgin eden Almanların yarattığına benzer bir sıkıntı yaratmaktadır. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı)