TurcoPundit |
|
US foreign policy and Turkish-American relations Şanlı Bahadır Koç
Archives
|
Cuma, Kasım 21, 2003
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız G-ABD 21 Kasım İstanbul’daki Saldırılar İstanbul’daki saldırıların anlaşılması kolay olmayan bazı yönleri vardır ve sanki böyle değilmiş gibi davranarak acele ve kesin yargılara varmak Türkiye’yi ciddi yanılgılara sürükleyebilir. Saldırıları Türkiyeli İslamcı teröristler, yabancı İslamcı teröristler veya bu ikisi beraber gerçekleştirmiş olabileceği gibi yabancı istihbarat örgütlerinin de işe karışmış olabileceği ihtimali çok erken göz ardı edilmemelidir. Her dört saldırıda da esas hedef olduğu düşünülen yabancılar ve Türkiye vatandaşı Musevilerin dışında çok sayıda insanın ölmesi, kaza olarak veya eylemleri düzenleyenlerin esas hedefleri dışındaki diğer kayıpları dikkate almadığı şeklinde yorumlanabileceği gibi, hedeflerin düşünülenin dışında olduğunu da düşündürtebilir. Saldırıları düzenleyenler Türkiye’yi bazı reflekslere sürüklemeyi umuyor olabilecekleri gibi saldırılar tamamen şekilsiz bir nefret ve hiddetle, neden olacağı sonuçların derin bir analizi yapılmadan ya da bu analiz yanlış varsayımlar üzerine bina edilerek de gerçekleştirilmiş olabilir. Eylemlerin Türkiye’de gerçekleşmesi sadece ABD ve Avrupa’da gerçekleştirilmesine göre daha kolay olmasından kaynaklanmış olabileceği gibi, Türkiye’nin bir çok yorumcu tarafından da ifade edilen özel konumundan da kaynaklanmış olabilir. Eylemlerin 1) Türkiye’yi Batı’dan koparmak ya da genel olarak ona veya onun içindeki bir bloğa yakınlaştırmak veya Ankara’yı bu gruplarla belli bir ilişki biçimine sürüklemek, 2) Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak ya da tam tersine kenetlemek, 3) Türkiye’nin içinde bazı --çok muhtemelen olumsuz-- değişimleri tetiklemek veya tam tersine demokratikleşme gibi gelişmeleri hızlandırmak, 4) Türk ekonomisini baltalamak ya da tam tersine dayanıklılığını arttırmak, 5) Türkiye’nin dikkatini belli bir yöne çekerken diğer bazı noktaları gözden kaçırmasını sağlamak veya tam tersine Türkiye’nin ‘gözünü dört açmasını’ sağlamak gibi değişik sonuçları olabilir. Gerek Türkiye’nin tepkisi, gerek de saldırının genel sonuçları kaçınılmaz ve insan iradesinin tamamen ötesinde olmayacaktır. Saldırıların sonuçları tamamen değilse bile önemli ölçüde Türkiye’nin bu olaya vereceği tepkinin şekli ve ‘kalitesi’ ile ilişkili olacaktır. Türkiye, gerek Hükümet, gerek devlet kurumları gerek de halk kitleleri olarak ani ve geri dönülmez adımları atmaktan kaçınmalıdır. Türkiye uzun yıllar terörle yaşamış olmasına rağmen, son hafta içinde yaşananların İstanbul’un göbeğinde ve kameraların önünde yaşanmış olmasından dolayı alışık olunandan farklı olduğu söylenebilir. Hükümet bu yeni tür terörle mücadele için siyasi, ekonomik, polisiye, askeri, hukuki, sosyal ve teknolojik boyutları olan kapsamlı bir strateji arayışında olmalıdır. Bu olayın Türkiye’nin 11 Eylül’ü olduğu cümlesi sık sık ifade edilirken bunun tam olarak ne anlama geldiği çok fazla dillendirilmemektedir. Ankara, 11 Eylül’den sonra ABD’nin içinden geçtiği süreci iyi etüd etmeli ama ABD’nin hata yaptığı düşünülen şeyleri yinelememeye dikkat etmelidir. Türkiye yabancı ülkelerle istihbarat, polis, finansal kontrol gibi konularda daha yoğun ve etkin bir işbirliğine gitmenin yolları ararken dış politikasında kontrolsüz reflekslerle ani hareketlere girmekten kaçınmalıdır. Türkiye terörle mücadele konusunda hem iç hem de dış istihbaratını ve polisiye yeteneklerini arttırmalı, acil durumlarda alınacak önlemler konusunda kendini geliştirmeli, halkın ve ilgili personelin eğitimini attırmalı, hukuki mekanizmalarda çok dikkatli bir şekilde ama mutlaka yapılması gereken değişiklikleri yapmalı, özgürlükler ile güvenlik arasında nasıl bir denge kurulacağı konusunda açık bir tartışma başlatmalıdır. Ayrıca Ankara özellikle Orta Doğu’ya yönelik dış politikasını gözden geçirmek zorunda kalabilir. Başta ABD ve İsrail olmak üzere Batılı ülkelerin bölgeye yönelik politikalarında ‘yanlış’ olduğu düşünülenler varsa bunları eleştirme ve değiştirme konusunda şimdiye kadar olandan çok daha aktif bir politika izlemesi gerekebilir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı) Çarşamba, Kasım 19, 2003
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız G-ABD 19 Kasım Washington’un Irak’ta Değişen Politikaları –Sinagog Saldırıları Washington’un son dönemde Irak’la ilgili attığı geri adımlar ve politikasında yaptığı değişiklikler, Bush Yönetimi’nin kararlı, kendinden emin ve her yaptıkları şeyin doğru olduğunu iddia eden görüntüsü ile tezat oluşturacağı için, olabildiğince az ilgi çekecek şekilde yapılmıştır. Bu arada bunlara bir yenisini daha ekleyecek şekilde ABD Yönetimi’nin Irak’la ilgili olarak tekrar BM’ye gitmek için basına bazı deneme balonları saldığı görülmektedir. Yeni girişimlerin sonuç verip vermeyeceği belli değilse de, son günlerde ortaya çıkan görüntü Başkan Bush’un seçimi kazanmak için kendisinden çok az kişinin beklediği pragmatik adımları atabileceğidir. Bush Yönetimi, Irak konusunun seçimlerde kendisi için ekonomi ile beraber en önemli ‘yumuşak karnı’ olduğunun bilincindedir. Washington seçim döneminin ritimlerini de dikkate alarak başlangıçta hedef olarak belirlenenden epey farklı bir Irak’a razı olabilir. Bush seçim yaklaşırken ‘son üç ayda hiçbir helikopterimiz düşmedi, askerlerin bir bölümünü geri getirdik, 2003 sonbaharında şu kadar asker kaybetmişken bu sayı şimdi şu kadar azaldı, Iraklılar kendi anayasalarını yazdılar, yakında da seçime gidecekler, şu kadar Iraklı polis ve asker eğitildi, petrol üretimi savaş öncesindeki düzeyini yakaladı’ türünden açıklamalar yapabilmeyi ummaktadır.Bush, yazılan anayasanın ne derece demokratik olacağı, seçimlerin ne derece bağımsız ve açık olacağı, seçilenlerin ne derece Iraklıları temsil edeceği, eğitilen polis ve askerlerin ne derece eğitimli ve başarılı olacağı gibi nicelik değil nitelikle ilgili soruları ikinci planda tutmaya çalışabilir. Sinagog saldırısını düzenleyenlerin çok çabuk bir şekilde tespit edilmesi polisin bir başarısı olabileceği gibi bu başarının onu yönlendirmek için özel olarak bırakılmış ‘kanıtlarla’ sağlanmış olması ihtimali de dikkate alınmalıdır. ‘Eylem kimin işine yarayacak’ sorusu meşrudur ama olayı anlayabilmek için elimizdeki tek zihinsel enstrüman bu olmamalıdır. Ayrıca eylemin kimin işine yarayacağı sorusunu cevaplamak ilk başta görünen kadar kolay olmayabilir. Eylem, onu düzenleyen ve planlayanların amaçlarının dışında ve hatta tersine sonuçlar doğabilir. Bu eylem Türkiye ile İsrail’in arasını bozma amaçlı iken ilişkilerin düzelmesine, düzelmesini amaçlarken bozulmasına neden olabilir. Eylem Türkiye’de –ve belki başka yerlerde- Yahudileri İsrail’e göçe zorlama amaçlı iken onları daha kararlı bir şekilde burada kalmaya yönlendirebilir. Eylem, Türkiye’yi terörle mücadelede konusunda ABD merkezli girişimlerden uzak kalmaya ya da tam tersine buna daha --Afganistan’a asker gönderme gibi-- istekli bir şekilde katılmaya yönlendirebilir. İstanbul’daki saldırılar Türkiye’de, İsrail’de gerçekleşen benzer eylemlerden sonra televizyonlarda görüle görüle belki artık eskisi kadar etki yaratmayan görüntülere daha değişik bir gözle bakılmasına ve kurbanlara eskiye oranla daha bir sempati ile bakılmasına neden olabileceği gibi bu durumun sorumlusu olarak görülebilecek İsrail politikalarının daha gür bir sesle ve --bu sefer sonuçlarının Türkiye’ye de dokunabileceği bilgisi ile beraber-- daha ısrarcı şekilde eleştirilmesine neden olabilir. Eğer eylem Türkiye’nin demokrasi ile Müslümanlığı başka her ülkeden daha başarılı bir şekilde harmanlamasına tepki ise muhtemelen istenilenin tam tersine Türkiye’nin bu alandaki sınırlı ama gerçek başarısına daha bir şevkle sarılmasını getirecektir. Bu eyleme yurtdışından destek verildiği büyük ölçüde muhtemel olmakla beraber, hedefi belirleyen, eylemi düzenleyen ve planlayanların Türkiyeli olmaları, dolayısıyla Türkiye’nin özel olarak seçilmediği da düşünülebilir. El Kaide’nin bir çatı örgütü olması nedeniyle hayatında başka hiçbir El Kaide militanı ile karşılaşmadan bile El Kaide adına eylem yaptığını düşünenlerin varolması mümkündür. Son eylemlerde dışarıdan sadece bomba yapımı gibi teknik konularda destek alınmış olması mümkündür. Olay henüz bu kadar yeniyken yapılan tahminlerin adı üstünde sadece tahmin olduğu, daha sağlıklı analiz yapmak için hala yeterince bilginin olmadığı, hemen veri olarak medyaya pompalanan bazı bilgilerin de ciddi bir şüpheyle kabul edilmesi gerekir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı) Cuma, Kasım 14, 2003
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız G-ABD 14 Kasim Irak’ta Yetki Devrinin Hızlandırılması-2 Konseyin yapısı kadar önemli bir başka konu da devleti ve rejimi şeklini belirleyecek olan Anayasa’nın kim tarafından, nasıl ve ne zaman yazılacağıdır. Başta Sistani gibi Şii liderler (muhtemelen nüfus içindeki çoğunluklarına güvenerek) bir an önce seçim yapılmasını ve bu seçimle gelecek Meclis ve Hükümet’in Anayasayı hazırlamasını isterken, Konsey’in çoğunluğu ise önce Iraklılardan oluşan geçici bir Yönetim oluşturulmasını, bunu seçimlerin takip etmesini ve Anayasa’nın yazılmasının da en sona bırakılmasını istemektedir. Bu süreci daha da karmaşıklaştıran başka faktör de 15 Aralık’a Anayasa’nın yazılma esaslarını belirlenmesini öngören 1511 BMGK kararıdır. Bu arada Washington’da, yetkilerin yerel liderler ve onların seçeceği bir lidere devrini içeren ama Irak’a uyarlanması zor görünen ‘Afgan modeli’ de tartışılmaktadır. Washington’da Irak’taki durumla başa çıkma konusunda, aralarında zaman zaman sadece nüans derecesinde fark da olsa, dört ana düşüncenin varlığından bahsedilebilir: 1) Başkan’ın Teksas’daki günlerinden beri en yakın siyasi danışmanı olan ve tam bir ‘seçim kazanma makinesi’ olan Karl Rove’un temsil ettiği Amerikan seçimlerinden önce çekilmek gerektiğini düşünenler. 2) Rumsfeld gibi Irak’taki mevcut asker sayısının yeterli olduğunu düşünenler. 3) Daha fazla Amerikan askeri gönderilmesini savunan ve buna direndiği için Rumsfeld’i eleştirmekten kaçınmayan Yeni Muhafazakarlar. 4) Powell’ın kişiliği ile özdeşleşen ve Irak projesini uluslararasılaştırmaya sıcak bakan kesimler. Yeni Irak’ın bir çeşit federasyon olması gerektiği fikri bir çok çevre tarafından dile getirilmesine rağmen bunun kaçınılmaz ya da engellenmez olduğunu düşünmek doğru olmayabilir. Eğer Anayasa’nın yazılması süreci Konsey’in mevcut yapısını yansıtırsa devletin bir çeşit federasyon olması, Anayasa seçimlerden sonra yazılır ise de Şiiler’in etkisiyle İslami karaktere sahip kuvvetle muhtemeldir. Muhtemel bir federasyonun etnik veya coğrafi temelde, parçaların merkezle ilişkile gevşek veya sıkı olan ve ayrılmaya imkan tanıyan ya da buna kapıyı kapatan şekillerde gerçekleşmesi mümkündür. Muhtemel yeni bir tartışma konusu da dinin yeni rejim üzerindeki etkisinin derecesidir. Irak’ı oluşturan unsurların, Irak’ın toprak bütünlüğünü bozmadan, sağlık, eğitim ve belli şartlarda asayiş dahil kendi işlerini kendi yürütebildikleri özerklik Türkiye için de optimal bir sonuç olabilir. (Sanli Bahadir Koç, Amerika Arastirmalari Masasi, Arastirmaci - Serhat Erkmen, Orta Dogu Arastirmalari, Asistan) Perşembe, Kasım 13, 2003
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız G-ABD 13 Kasım Irak’ta Yetki Devrinin Hızlandırılması -1 Irak’ta giderek kötüleştiğini Amerikan Yönetiminin de kabul etmek zorunda kaldığı durumdan çıkış için düşünülen ‘Iraklılaştırma’ planının (ciddi bazı sorunlar içermesi ve başarı şansı tartışmalı olmasına rağmen) denenme ihtimali yaklaşan Amerikan seçimleri de dikkate alındığında artmaktadır. Başta güvenlik olmak üzere siyasi, idari ve ekonomik alanda yaşanan sorunlar ve başarısızlıklar birbirlerini besler hale gelmiştir. Normalleşme konusunda elde edilen başarılar ise yavaş, sınırlı, kırılgan, coğrafi olarak eşitsiz ve son tahlilde yetersiz olmuştur. Başarısızlık, Irak Yönetici Konseyi ile Bremer arasında ‘yetim kalmıştır’. Gelinen noktada yetki ve sorumlulukların Iraklılar’a devri konusunda Washington’un tartıştığı düşünülen konu, seçenek ve ihtimaller şunlardır: Ehliyet, dirayet ve temsil konusundaki kusur ve eksikliklerine rağmen Yönetici Konseyi Washington’un Irak politikasını üzerine bina edeceği kurum olmaya devam edecek midir? En kaba şekliyle söylemek gerekirse, 1) Konsey’in aynen kalması, 2) temsil tabanının genişletilmesi ve hatta 3) tamamen lağvedilmesi ihtimalleri konuşulmaktadır. Konseyin üyeleri aynı kalsa bile konumunda ve sahip olduğu yetkilerde bir değişim olmasına kesin gözüyle bakılmaktadır. Türk askerine karşı çıkmak dışında neredeyse hiçbir konuda uzlaşmaya varamayan Konsey’in Irak’ın geleceği ile ilgili olarak bir vizyon geliştiremediği gözlemlenmektedir. Konsey üyeleri ise başta Bremer olmak üzere Geçici Yönetim’in kendilerine fazla yetki ve inisiyatif vermemesi ve güvenlik sağlanamamasından yakınmaktadır. Bu noktada ABD Konsey’in yetkilerinin arttırılması ya da üye yapısı ve sayısının değiştirilmesi seçenekleri ile karşı karşıyadır. Amerikan basınına yansıdığı kadarıyla ikincisinin gerçekleşme ihtimalinin daha yüksek olduğu söylenebilir. Yaptıkları açıklamaların aksine, aslında Konsey üyelerinin yetki ve sorumlulukların hızlı bir şekilde Iraklılar’a devredilmesi konusunda çok fazla istekli olmadıkları düşünülebilir. Konsey’in özellikle Amerikalıların bile çözemediği güvenlik sorununu nasıl halledebileceği ciddi bir soru işaretidir. Konsey’in yetkileri artacaksa bile bu büyük bir ihtimalle bu kurumun genişlemesinden sonra gerçekleşecektir. Konsey’in genişlemesi aşağıdaki şekillerde olabilir: 1) ülke genelinde yapılacak ama beraberinde zaman, güvenlik ve lojistik problemleri getirebilecek bir seçimle, 2) ABD tarafından atamayla veya 3) özellikle yeterince temsil edilmediklerini düşünen, başta Sünni grup ve aşiretlerin kendi gönderecekleri temsilcilerin eklenmesiyle. Genişleme ABD tarafından atanma yoluyla gerçekleşirse bunun mevcut ‘meşruiyet açığını’ kapatması güç olacaktır. Seçimlerin yaratacağı zorluklar da açık olduğuna göre, en muhtemel formül yeni Irak projesinin meşruiyet temelini arttıracak ve saldırıların en çok gerçekleştiği bölgelerde işgale karşı oluşan negatif enerjinin bir kısmını emebilecek üçüncü seçenek olabilir. Belli bir yanılma payı bırakılarak iddia edilebilir ki; yukarıdaki her üç ihtimalde de Iraklı Kürtlerin yeni yapıda sayısal ağırlık ve siyasi etkinliği azalacaktır. Kürtlerin Bağdat’taki yönetim içinde güçlü olmaları Türkiye açısından ortaya cevabı kolay olmayan bir soru çıkarmaktadır: Kürtlerin Bağdat’ta güçlenmesi onları Irak’ın bir parçası olarak kalmaya mı yöneltir, yoksa burada elde edecekleri kazanımları nihai hedefleri olduğunu pek de gizlemedikleri bağımsızlık yolunda kullanmaya mı iter? Bir görüşe göre, Kürtler, Bağdat’ta güçlü olurlarsa bunu kendi bölgelerinin ekonomik anlamda gelişmesi, kurulması muhtemel federasyonun olabildiğince gevşek olması ve sınırlarının kendi istedikleri biçimde çizilmesi yönünde kullanabilirler. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı – Serhat Erkmen, Orta Doğu Araştırmaları, Asistan) Çarşamba, Kasım 12, 2003
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız G-ABD 12 Kasım Bay Bremer Washington’da / Kürtler ve Türkiye Bremer’ın başta Çelebi olmak üzere Konsey ile arasının iyi olmadığı bilinmekteydi. Konsey’in ‘ciddiyetsizliği’ (toplantılara katılımın az olması), ‘beceriksizliği’ (hala anayasanın nasıl yazılacağına karar verememiş olması), temsil gücünün sorunlu olması, Irak halkı tarafından tam olarak benimsenmemesi, üyelerin zamanlarının büyük kısmını yakınlarına ihale kapmak için harcamaları gibi faktörler Bremer’ın bu kuruma olan saygısının azalmasına neden olmuştur. Bunların dışında kişisel ilişkilerde kimyanın tutturulamaması da ilişkilerin bozulmasına katkı yapmış olabilir. Özellikle Çelebi’nin Bremer’ı çok ciddiye almadığı ve ondan kurtulmak için Washington’daki kontaklarını kullandığı iddia edilmektedir. Ancak şu anda Bush Yönetimi için Bremer’ı görevden almanın çok büyük maliyet ve riski bulunmaktadır. Jay Garner’dan sonra Bremer’ın da görevden alınması Bush Yönetimi’nin Irak’ta başarısızlığını kabul ettiği anlamına gelebilecektir. Son iki ay içinde Irak’la ilgili o kadar çok girişimden geri adım attı ki Yönetim’in yeni bir krize tahammülü yoktur. Bush’un tahammülü olmayan başka bir şey de seçimler yaklaşırken vurulan helikopterlerdir. ABD’nin Sünni üçgeninde kullandığı şiddetin dozunu arttırmaya karar vermesi ciddi bir plandan çok bir çaresizliğin ifadesi olarak kabul edilebilir. Washington bu bölgede gerçekleşen saldırıları engellemek için asıl gerekli şey olan istihbarat yapısını kuramadığı için hava bombardımanın dahil aşırı önlemlere başvurmaktadır. Bu aşırı ve --ayrıntıları tam bilinmese de—kontrolsüz ve ayırım gözetmeden kullanılan güç bölge halkına yönelik bir kararlılık gösterisidir. Bu yeni şiddet düzeyi koalisyon kuvvetlerine saldırıları düzenleyenleri yok etmekten çok gerektiğinde ABD’nin yıkım yoluna gidebileceğini göstermeyi amaçlamaktadır. Ancak belli bir ihtiyat payı bırakarak denebilir ki, böyle durumlarda bu şekilde uygulanan bu şiddetin halkı direniş kuvvetlerinin arkasında kenetlemesi daha muhtemeldir. PKK ile Peşmerge ve Amerikan kuvvetleri arasında yaşanan çatışmanın ABD’nin PKK’ya tavır almaya başladığı şeklinde yorumlamak için henüz bir parça erkendir. Hatta bu ‘çatışmanın’ Türk kamuoyu için ‘hazırlanmış’ olması bile mümkün olabilir. Türkiye, ABD’den kendisine danışmadan Irak’ın yapısı ile ilgili radikal bir adım atmayacağı garantisini istemelidir. Başkan Bush muhtemelen henüz bunun farkında değilse de, belki ABD’deki seçimlerden önce, K. Iraklı Kürtlerin bir devlet sahibi olup olmamasına karar verecektir. Bu kararın olumlu olması ihtimali yüksektir. Bush’un çevresindekilerin önemli bir kısmı ya bu yönde bir gelişmeyi arzu etmekte, ya bu konuya belli sempati ile yaklaşmakta ya da bu konuda bazı endişeler taşısalar da böyle bir gelişmeyi engellemek için gerekli güç ve iradeye sahip olmaktan uzaktır. Türkiye’nin şu an için Iraklı ilgili gelişmeleri askeri enstrümanlarla etkileme kapasitesi azalmış olmakla beraber, olaylar bir süre sonra askeri kuvvet tehdidi ve kullanılmasını tekrar mümkün ve hatta gerekli hale getirebilir. Türkiye bu tür ihtimallere karşı askeri yönden de hazır olmalıdır. Türkiye’nin K. Irak’ta hangi şartlarda ve ne şekilde askeri enstrümanları kullanması gerekebileceği üzerine ayrıntılı planları olmalıdır. Bu Kürt sorununun salt askeri yöntemlerle çözülebileceği şeklinde görülmemelidir. Ama askeri enstrümanların K. Irak’ta artık hiçbir şekilde kullanılamayacağı şeklinde yanlış bir düşünceye girmek askeri kuvvetlerin ‘hazır olma derecesi’nde istenmeyen düşüşlere neden olabilir. K. Irak’ta muhtemel bir bağımsızlığın hangi tür olay dizilerinden sonra gerçekleşebileceği yönünde hayal gücümüzü kullanmalıyız. K. Iraklı Kürtler’in bağımsızlıkla ilgili bir referanduma gitmeleri, Parlamentolarının bağımsızlık kararı alması gibi gelişmeler daha olmadan istihbarat ve erken uyarı sistemlerimiz çalışmalıdır. K. Iraklı Kürtler ile PKK arasında belli ölçülerde bir rekabet, güvensizlik ve çatışma olsa da bu zaman zaman beraber hareket edemeyecekleri anlamına gelmemektedir. Eğer gerçekleşirse K. Iraklı Kürtlerin bağımsızlık ilanları ile PKK’nın Türkiye içindeki eylemlerinin koordinasyonu beklenebilir. Bu arada Türkiye’nin K. Irak’ta bir Kürt devleti kurulmasını desteklemesi gerektiği yönündeki düşünceler kendi içinde tutarlı, iyimser ve muhtemelen son tahlilde yanlıştır. Ankara’nın K. Iraklı gruplara iyi davranması halinde bu ülkeleri ekonomik ve siyasi açıdan etkisi altına alabileceği şeklindeki görüş kabul ya da çürütülmeden önce daha fazla ayrıntılandırılmaya muhtaçtır. Türkiye muhtemelen bir Kürt devletinin kurulmasını engelleyemeyecektir ama bunu geciktirmek zorundadır ve aradaki zamanı da iyi kullanmak zorundadır. Ayrıca bu geciktirmeyi de olabildiğince Kürtlerin ‘ötekisi’ olmadan yapmalıdır. Bu mümkün müdür? Acaba, hemen değilse bir süre sonra, K. Iraklı Kürt liderlerle bir tür ‘büyük pazarlık’ yapılabilir mi? Türkiye’nin K. Irak’taki Kürtlerin belli bir takvime yayılmış, düzenli, kontrollü ‘kendi haklarını tayin’ haklarını tanımasına karşılık bu gelişmenin Türkiye’nin içini etkilemeyecek bir şekil ve zamanlamayla gerçekleşmesi mümkün olabilir mi? Bir Kürt devleti kurulduktan sonra Türkiye’deki Kürtlere verilecek ‘ödünler’ zayıflık olarak kabul edilecek ve daha fazlasının istenmesine neden olacaktır. Türkiye’nin insan hakları konusunda ve çıkardığı yasaların uygulanması yönünde atacağı adımlar Kürtler bir devlet kurmadan gerçekleşmelidir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı) Pazartesi, Kasım 10, 2003
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız G-ABD 10 Kasım Bush’un Konuşması Başkan Bush’un Orta Doğu’da demokrasi konusunda yaptığı konuşmada Mısır ve Suudi Arabistan gibi ülkelerden isim vererek bahsetmesi önemlidir. ABD’nin Orta Doğu’da demokrasi konusunda söylediklerinde samimi olduğuna inanılması için Washington’un şu ana kadar izlenen politikaları dürüst ve daha detaylı bir özeleştiriden geçirmesi gerekebilir. Bush’un, Irak dışındaki diğer Arap ülkelerini demokratikleşme konusunda nasıl teşvik edeceği ve onları hangi şekilde ve ne ölçüde zorlayacağı belli değildir. ABD, petrol ve terör konularında kendisiyle işbirliği yapan ve İsrail’i -görünüşte değilse bile gerçekte- tehdit etmeyen ama çok da demokratik sayılamayacak Arap rejimlerine karşı yukarıdaki kendisi için bir çırpıda vazgeçemeyeceği ‘nimetleri’ –en azından kısa vadede - tehlikeye atacak adımlar atabilecek midir? Bu konuda çok da umutlu olmamak için Washington’un yakın dönemde Özbekistan ve bir ölçüde Azerbeycan gibi ülkelerde yaptıklarına – ve yapmadıklarına- bakmak yeterlidir. Washington Arap ülkelerinde, Amerikan dostu olmasa da otomatik olarak düşmanı da olmayan ve Amerika karşıtlığı ‘Amerika’nın ne olduğundan değil ne yaptığından’ kaynaklanan muhalif unsurlarla olumlu bir ilişkiye girebilecek midir? Sadece Araplar değil Müslümanlar, Avrupalılar ve dünyanın büyük bir kısmı Filistin konusunu ABD’nin Orta Doğu politikalarını değerlendirirken temel bir kriter olarak kabul etmektedir. Ciddi oranda İsrail lehine meyilli politika, pozisyon ve yaklaşımlarında daha adil bir tutum almadan Washington’un ikna edici olması çok zordur. ABD’nin geçmişte yaptığı hatalarla hesaplaşmadan, samimiyeti konusunda tamamen de temelsiz olmayan endişeleri savuşturmadan, demokratikleşmeyi, Irak’ta yaşadığı zorlukları ve kayıpların gerekli olduğu mesajı vermek için kendi kamuoyuna yönelik PR kampanyasının bir bacağı olarak veya Amerikan çıkarlarını genişletmek için bir bahane olarak kullanmadığına inandırması Bush için çok zor olacaktır. Hatta bir görüşe göre ABD’nin S. Arabistan ve Mısır gibi ülkelere demokratikleşmeden bahsetmesi bu ülkeleri demokratikleştirmekten çok bu ülkelere Amerikan çıkarlarını ilgilendiren başka konularda baskı oluşturmak istemesinden kaynaklanmaktadır. Ama, eğer Bush demokratikleşme konusunda samimi ve becerikli değilse, bu durum Orta Doğu’da demokratikleşme ve modernleşmenin de çaba harcamanın otomatik olarak beyhude olduğu boş bir hayal olduğu anlamına mı gelir? Avrupalılar ve Türkiye’nin Orta Doğu’da yaşanan ve olumsuz etkileri bu bölgeyle sınırlı olmayan siyasi, sosyal ve ekonomik tıkanıklığı aşmak için ABD’nin askeri güce dayalı metotlarının dışında başka planları var mıdır? Seçimler tek başına demokrasi için yeterli olmadığı gibi, fikir ve basın özgürlüğü, hukukun üstünlüğü ve bağımsız mahkemeler ve bir görüşe göre hür teşebbüs ve mülkiyet hakları gibi alanlarda belli bir mesafe alınmadan yapılacak seçimler demokratikleşme için yeterli olamayacağı gibi onu sekteye de uğratabilir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı) G-ABD 7 Kasım Asker Göndermeme Kararı Asker göndermeme kararı Washington’un isteğiyle mi alınmıştır yoksa müstakil bir karardır da Abdullah Gül tarafından Colin Powell’a mı bildirilmiştir? Türkiye buna rağmen buradaki gelişmeleri yakından takip etmeye devam ettiğini açıklayabilir. ABD başarısız olur ve askerleri ölmeye devam ederse o zaman Türk askerinin Irak’a gitmesine karşı çıkan başta Kürtler olmak üzere Iraklı gruplara ABD’den eleştiriler gelebilir. Türkiye’nin Irak’a asker göndermemesi son tahlilde ‘hayırlı’ ise de, Washington’un bu süreçte Türkiye’ye reva gördüğü muamelenin kolaylıkla kabul edilmemesi gerekir.ABD bir süre sonra tekrar Türkiye’den asker talebinde bulunursa Ankara buna kapıyı şimdiden kapatmalı mıdır? Artık Irak’a görünür bir gelecekte asker ‘gönderemediğimize’ göre bu ülkede varolmaya devam eden çıkarlarımızı nasıl savunacağız? Türkiye asker göndermemesinin PKK, Irak’ın toprak bütünlüğü, Irak’taki mevcut Türk askeri gücü gibi konulardaki pozisyonlarını etkilemeyeceğini açıklamalıdır. Türkiye’nin önümüzdeki dönemde Irak’ta askeri güç kullanmasını gündeme getirebilecek senaryolar, bunların gerektirdiği askeri güç yapısı ve hazırlık dereceleri nelerdir? Türkiye önümüzdeki dönemde Irak’ın genelinde ama özellikle Kuzey’de ve Bağdat’taki siyasi, sosyal ve askeri istihbaratını şimdikinin çok üstüne çıkarmalıdır. Bu arada Kürt grupların PKK, Türkmenler, İsrail, ABD ve Avrupa ile ilişkileri çok yakından takip edilmelidir. ABD Kürt gruplara karşı üslubunu gözden geçirmelidir. Bu gruplara karşı havuç ve sopaların hangi şekilde kullanılabileceği üzerine şimdiye kadar olduğundan daha fazla kafa yorulmalıdır. Irak’taki başta anayasa ve federalizm olmak üzere siyasi tartışma ve süreçleri çok yakından takip edilmeli ve bunlara fikri düzeyde direk veya dolaylı tesir etmenin yolları araştırılmalıdır. Irak’taki siyasi gruplar içinde ekonomik yolları da kullanarak yerel ittifaklar geliştirilmelidir. Komşularla kısa vadede muhtemelen pek sonuç vermeyecek, sonrası dönemde de umulan getiriyi belki getirmeyebilecek ama yine de sabırla örülmesi gereken diplomatik ve hatta askeri işbirliği ağında ısrar etmelidir. Ankara Kürt grupları Irak’ın parçası olarak kalmaya ikna edebilecek gelişmelere destek vermelidir. Bunun bir yolu ve bedeli de Kürtlerin Bağdat’ta nüfuslarının ötesinde bir güç elde etmeleri olabilir. Bu tür bir güç --en azından bir süre için—Kürtlerin gözünde Irak’ın parçası olarak kalmayı cazip hale getirebilir. Ancak Kürtlerin Bağdat’ta elde edebilecekleri bu gücü orta ve uzun vadede K. Irak’ta askeri ve ekonomik kapasitelerini arttırmak ve bir süre sonra bağımsızlık isteklerini bu sefer daha güçlü bir şekilde gündeme getirmeleri ihtimali de vardır. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı) Perşembe, Kasım 06, 2003
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız G-ABD 6 Kasım ABD’nin Irak’taki Güvenlik Arayışları Paul Bremer’in Irak’ta paramiliter güçlerin kurulmasını, güvenlik araştırmaları, eğitim ve gözetimle ilgili bazı çekinceler ve şartlar sürerek de olsa, kabul etmesi önemli bir gelişmedir. Bremer daha önce bu tür güçlerin Irak’ta ‘savaş lordlarının’ ortaya çıkmasına neden olacağından endişelendiği için karşı çıkıyordu. Bremer bu kuvvetlerin sadece polis olarak eğitilmelerini, etnik veya dini grupla halinde değil bireyler olarak katılmalarını ve sayılarının binlerle sınırlı tutulmasını istiyor. Böyle bir gücün kurulması ve bunun içinde, hem Irak’ta şu anda en organize grup olmaları, hem de Konsey içindeki ağırlıkları nedeniyle, belli birliklerde özel olarak yoğunlaşmadan da olsa harmanlanmaları ile Kürtlerin nüfuslarının ötesinde bir ağırlığı olması beklenebilir. Bu ilk başta Iraklı Kürtlerin Irak’ın bir parçası olmak istemelerinin göstergesi olarak görülebileceği gibi, Kürtlerin Irak ordusu içinde ‘pişerek’ bir süre sonra kendilerine ait otonom bir askeri güce sahip olma isteklerinin ilk halkası olarak da görülebilir. Bu yeni kurulacak gücün polisiye bir gücün ötesinde istihbarat, özel müdahale ve sorgulama birimlerinin de olup olmayacağı, ne tür silahlara sahip olacağı önemli olabilir. ABD’nin Irak’taki güvenlik kuvvetlerinin yapısı ile – bir kısmı aynı anda denenebilecek- şu opsiyonları vardır: a) Iraklı kuvvetlerin eğitiminin hızlandırılması. Ama bu eğitimin fazla hızlandırılması ortaya niteliksiz ve görevi Amerikalıklardan devraldığında başarısız olması yüksek bir güç çıkarabilir.Ayıca bu yeni güce katılacak Iraklıların ‘Amerikalılar için,’ Amerikalıların verdiği emir doğrultusunda kendilerini ne kadar tehlikeye atacakları da tartışmalıdır. b) Eski Irak ordusunu tekrar göreve çağırılması. c) Yetki ve sorumlulukların Irak Konseyi’ne verilmesi sürecini hızlandırılması. Bu da ilk başta ‘Irak’ı Iraklılara bırakmak’ gibi görülse de, aslında Kürtler dışında temsil niteliği tartışılır Irak Konseyi üyelerine güvenlik dahil önemli konularda çok fazla yetkiyi çok erken vermek, başka sakıncaların yanında, Irak’ın demokratikleşmesi sürecinin rayından çıkmasına neden olabilir. Irak Konseyi içindeki bazı gruplar yeni düzeni kendi çıkarları, istekleri ve önyargıları doğrultusunda şekillendirme yoluna gidebilir, yeni güçlerini kendilerine rakip olarak gördükleri birey ve gruplara karşı kullanmayı seçebilirler. Yukarıdaki üç seçenek çatışmanın ‘Iraklılaştırılmasına’ tekabül etmektedir. Ancak Fareed Zakaria’nın da dikkat çektiği gibi, hızlı bir ‘Iraklılaştırma’ ve güvenlik görevlerinin Iraklılara devri ilk başta olumlu bir adım gibi görünse de, aslında muhtemelen askeri direnişi gerçekleştirenlerin, mücadeleyi kazanma yolunda olduklarını düşündürerek eylemlerinin sayı ve şiddetini arttırmaya teşvik edebilir. d) Halihazırda Irak’ta görevli askerlerin görev sürelerini uzatılması. Teknik olarak mümkün olmakla beraber ciddi moral sorunlarına neden olabilir. e) Rezerv askerleri göreve çağırılması, yurtdışındaki diğer üslerden bazı askerlerin, deniz piyadeleri ve hatta hava kuvvetlerinden bazı unsurları Irak’a kaydırılması. f) Başta Türkiye gibi ülkelere yönelik yeni bir diplomatik taarruzun başlatılması. Bu arada önemli bir soru da, yukarıdaki seçeneklerin de başarı için yetmeyeceği ortaya çıkarsa ABD’nin BM Güvenlik Konseyi’nden, bu sefer yetkileri de ciddi anlamda bu kurumla paylaşan, bir karar çıkarmayı deneyip denemeyeceğidir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı) Çarşamba, Kasım 05, 2003
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız G-ABD 5 Kasım Ankara-Irak-Washington – ABD’nin Bazı Hataları ‘Türkiye’nin çıkarı ABD’nin kazanmasında mı yoksa Sünni üçgeninin kazanmasında mı’ sorusu yanlış değil ama eksik bir soru olabilir. Normal şartlarda, Ankara elbette Washington’un hem de olabildiğince kısa bir sürede ve kolayca kazanmasını tercih ederdi. Ancak, Washington’un bu tür bir başarı kazandığında Irak’ta atmayı tasarladığından şüphelenilen adımlar ve bazen çelişkili bazen de düpedüz Ankara’nın çıkarlarını görmezden gelerek attığı adımlar, Türkiye’nin Washington’un Irak projesine bakışını olumsuz yönde etkilemektedir. Washington Irak’ta kendini güçlü hissettiği oranda Türkiye’nin Irak’la ilgili çıkarlarını görmezden gelmeye daha eğilimli olduğu gözlemlenmektedir. Bu nedenle Ankara Washington’un ‘kazanmasını’ istemekte zorlanmaktadır. Ankara, Irak’taki çıkarlarının tamamen Washington’un iyi niyetine bırakılamayacağı noktasına gelmiştir. Tersine, Türkiye’nin, ABD’nin Irak’ta kolay bir başarı kazanmamasını tercih edebileceği bazı uç durumlar olabilir. Eğer ABD Irak’ı Türkiye’ye rağmen bir dizayn etmek istiyorsa, Ankara Washington’un kolay bir başarı kazanmamasını –bu durum kendi için de riskler yaratacak olsa da- isteyebilir. Bu istek kendini değişik derece ve şekillerde gösterebilir: 1) ABD’nin kolay bir başarı kazanmamasını istemek, 2) ABD’nin başarılı olması için risk ve maliyet üstlenmekten kaçınmak, 3) ABD’nin başarılı olması için ona –kendisi için fazla bir maliyeti olmasa da- yardım etmemek, 4) ABD’nin başarısız olması için aktif olarak a) gizlice, ya da b) açıkça çabalamak. Son şıkkın gerçekleşmesi, i) buna gerek olmayacağı için ii) Ankara’nın bunu ‘becerebileceği’ şüpheli olduğu için, iii)‘yakalanıldığı takdirde’ yaratacağı riskler çok büyük olacağı için, iv) ve zaten Türk karar alıcılarının on yıllardır kullandıkları ‘zihinsel mobilyaların’ dışında olacağı için –en azından kısa vadede- çok yüksek bir ihtimal değildir. ABD ile Iraklı askeri direnişçiler arasında zamana karşı bir yarış olduğu düşünülebilir. Farklı görüşte olanlar olsa da, zamanın ABD’nin yanında olduğunu düşünmek zordur. Özellikle Amerikan Başkanlık seçimleri Washington’un manevra alanının daraltmaktadır. Irak’taki durumun bir çok yönden Vietnam’dan farklı olduğu açık olmakla beraber, bu farklılıklar son kertede belirleyici olmayabilir. Kamuoyunun Irak projesine bakışı ciddi derecede olumsuz bir şekil alırsa, Bush Yönetimi ‘panikleyerek’ işin başında yanaşmadığı ve aslında onu başlangıçtaki hedefinden uzaklaştıracak adımlara yönelebilir. Geriye dönerek bakıldığında ABD’nin Irak’ta yaptığı hataları tespit etmek mümkündür. İtiraf etmek gerekir ki bu yanlış kararların bir kısmı zamanında daha farklı görünüyordu. Bu hataların bazıları şunlardır: 1) İşgalin başlamasından sonra yağmanın önüne geçilmemesi ve temel hizmetlerde yaşanan kötüleşmeye karşı hızlı önlemler alınmaması.Bu konuda çok az çaba harcanması Iraklılarda – muhtemelen yanlış bir şekilde- ABD’nin oluşan düzensizlik durumundan memnun olduğu ve hatta bunu teşvik ettiği şeklinde yorumlanmıştır. Bir çok Iraklı, ABD’nin durumun önce kötüleşmesinin Iraklıların bir süre sonra ABD’yi bir tür kurtarıcı olarak görmelerine neden olacağını hesapladığını düşünmüştür. 2) Ordunun aniden dağıtılması. Yüz binlerce tatminsiz, kızgın Iraklı gencin sokaklarda kontrolsüz bir şekilde dolaşmasına ve işgal aleyhindeki şiddet eylemlerine katılmak için geniş bir havuzun oluşmasına neden olmuştur. Halbuki, kaba bir hesap yapmak gerekirse, aylık ücretleri 20 dolar civarında olan bu askerlerin ABD’ye aylık toplam masraflarının 50 dolar olacağını farz etsek bile 400 bin askerin tamamının silah altında tutulmasının maliyeti ayda sadece yaklaşık 20 milyon dolar olacaktı. Bu Irak’ta kendi askeri operasyonları için 4 milyar dolar harcayan ABD’nin kolaylıkla üstlenebileceği bir maliyet olurdu. Kaldı ki bu askerlerin belki hepsinin değil, içlerinden ayıklanacak daha güvenilir unsurların, adım adım ve kontrollü bir şekilde yeni kurulacak güvenlik kurumlarına alınması, geride kalanların yapılan soruşturmalardan sonra yavaş yavaş serbest bırakılmaları, ama bu olurken de değişik istihdam alanlarına yönlendirilmeleri ABD açısından çok daha olumlu olabilirdi. 3) Irak’ta işlerin yürümesi için bilgi ve birikimleri elzem bir çok Baas partisi mensubunun, büyük ölçüde aşiretlerin ve Amerikan işgalinden tedirgin olacakları tahmin edilmesi gereken Sünnilerin yeni süreçten neredeyse tamamen dışlanması. ABD, büyük ölçüde iç içe geçmiş bu unsurların içinden kendine yandaş bulmakta başarılı olmadığı gibi, belki de bu yönde yeterince çaba da harcamamıştır. Askeri zaferin kolay gelmesi sonrasında yaşanabilecek problemlerin yeterince gerçekçi bir bakışla görülmesini engellemiştir. ABD bir anlamda kazandığı askeri zaferin kurbanı olmuştur. 4) İşgalin sivil yöneticileri büyük ölçüde Irak toplumunda uzakta, duvarların arkasında, ‘sokaktaki havadan’ uzakta, izole bir şekilde çalıştıkları için hem bir işgal gücü oldukları duygusunun halkta doğmasına engel olamamışlar, hem de eksik bilgi ile aldıkları kararlar her zaman çok sağlıklı olmamıştır. 5) İşgal güçleri ve bürokrasisi içinde Arapça bilenlerin, Arap ve Irak kültürü hakkında derin bilgiye sahip olanların sayısının şaşılacak kadar az olması. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı) Pazartesi, Kasım 03, 2003
Bu sitedeki yeni mesajları e-mail ile almak istiyorsanız lütfen ajp1914@yahoo.com adresine yazınız G-ABD 3 Kasım Asker Gönderme - Irak Konseyi – Irak Güvenlik Kuvveti - Ekonomik Yardım 1) Türkiye’nin Irak’a asker göndermesinin ne tür riskler içerdiği her gün artan bir berraklıkta görülmektedir. ABD, yakında Türkiye’den tekrar asker isteme pozisyonuna dolaylı bir dönüş yapabilir. Şimdi soru, bu gerçekleşmeden asker göndermeye kapıyı kapatmanın mı, yoksa açık tutmanın mı doğru olacağıdır. Irak’ta son dönemde tırmanan saldırılardan sonra Türk kamuoyunun Irak’a asker göndermeye olan tepkisi 7 Ekim’de tezkere çıktığındakinin de oçok ötesinde olacaktır. Ama bu noktadan sonra bile ille gönderilecekse --ki buna olumlu cevap vermek çok zordur—bu Washington ile en üst düzeyde yapılacak görüşmelerden sonra olmalıdır. Başbakan, Başkan Bush’la görüşmeden ve direk ondan gerekli söz ve garantileri almadan asker göndermek için düğmeye basmaktan kaçınmalıdır. Teknik görüşmeler elbette diplomatlar ve askerler tarafından yapılacaktır ama en üst düzeyde kesin ve ayrıntılı görüşmeler yapılmadan asker gönderilmesi durumunda, üstlenilen bu risk ve maliyetin karşılığını almayı beklemek yanlış olacaktır. 2) Türkiye, egemenliğin ABD tarafından seçilmiş bir Meclis ve Yönetime mi, yoksa bu süreci beklemeden adım adım Irak Konseyi’ne devredilmesini mi tercih etmelidir? Türkiye’nin Konsey ile direk bir ilişki kurmaktan kaçınmasının nedeni ‘bir kere elini verirse, kolunu kaptıracağından’ endişelenmesidir. Ankara Konsey’i eşit bir muhatap olarak kabul ederse bir süre sonra Konsey’in Irak’tan Türk askerlerinin çekilmesi yönünde gelebilecek taleplerini dikkate almaması zorlaşabilir. Öte yandan Konsey de Türkiye’ye, ‘eğer benimle konuşmazsan, yakında Irak’ta mevcut olan askerlerini de çekmeni isterim’ diye özetlenebilecek bir yaklaşıma da geçebilir. Böyle bir talep gelirse Türkiye --öyle ya da böyle—Irak’ta belli bir temsil gücü olan kuruma rağmen bu ülkede askerlerini tutan bir ülke durumuna düşecektir ve bir süre sonra duymazdan gelinemeyecek boyuta gelebilecek bu çağrılar Türk dış politikası için Avrupa ve ABD ile ilişkiler dahil komplikasyonlar yaratabilir. Bu noktada Talabani’nin Irak Konsey Başkanı olarak Türkiye’ye yapacağı ziyaret önemli görünmektedir. Burada bir parantez açarak denebilir ki, Türkiye’nin Irak Kürtleri ile ilgili istihbaratında çok vakit kaybetmeden ilerlemeler kaydetmelidir. Kürtlerle ilgili hem teknik hem de analitik olarak ciddi eksikler olduğu yönünde bir izlenim oluşmaktadır. Kürt kamuoyunun nabzını tutmak, sadece önde gelen değil orta düzey Kürt lider ve kanaat önderlerini takip etmek, Kürt grupların kendi aralarındaki tartışmaları ve karar alma mekanizmalarını bilmek, Türkiye ve Türkiye Kürtlerine bakışlarını anlamak, ABD, Avrupa ülkeleri, İsrail, İran ve PKK ile ilişkilerini ayrıntılarıyla analiz etmek için bu konularda gerekli dil bilgisi olan, toplumsal dokuya hakim ve Kürt kurumlarını penetre edebilecek uzman ve istihbaratçılara olan ihtiyaç giderek artmaktadır. 3) ABD Irak’ta giderek artan kayıplarını sınırlamak için Iraklılara yönelmiştir. Ama kurulması planlanan bu gücün yeterince yetenekli, eski Baasçılardan ayıklanmış, hızlı bir şekilde ve yeterli sayıda ve iyi eğitimli bir şekilde sokaklardaki güvenliği devralması çok uzun sürebilir. Halbuki daha kısa vadede önemli bir mesafe kaydedilmezse bu ülkedeki güvenlik durumu tamamen kontrolden çıkarak Iraklı kuvvetler hazır olduğunda bile artık zapt edilmez boyutlara ulaşabilir. Ayrıca Washington’un bu seçenekte yoğunlaşması Irak’ın sorunlarını en iyi Iraklılar çözer gibi bir mantığın üzerine bina edilmeye çalışılsa da aslında ABD’nin Irak’taki güvenlik problemini başta düşündüğünün aksine kendi başına çözmeyi başaramadığını, dışarıdan anlamlı bir destek bulamadığını ve bu projenin başarısını başkalarına havale ettiği anlamına da gelecektir. 4) Özellikle Afganistan örneği de hatırlanırsa, Madrid’de söz verilen rakamların gerçekten Irak’a ulaşıp ulaşmayacağı çok açık değildir. Telaffuz edilen paraların borç olarak mı, kredi olarak mı verileceği, yoksa sadece Irak’ın önceden klan borçlarından mı silineceği, nakit olanların yeterince hızlı bir şekilde Irak’a ulaşıp ulaşmayacağı ve --belki de en önemlisi-- ulaşsa bile verimli, şeffaf ve adil bir şekilde kullanılıp kullanılmayacağı soruları cevap beklemektedir. Yoksa bir tür ‘kendin pişir kendin ye’ mantığıyla her ülke gönderdiği parayı kendi şirketlerinin üstleneceği ihale ve projeler için kullanılmasını mı şart koşacaktır? İhale ve projelerin bedelleri abartılıyor olabilir. Bu projelerin ve finansmanın yönetimi değilse bile gözetimi daha açık şekilde yapılmalıdır. Ayrıca fakir ve yardıma muhtaç bir çok ülke varken, bu ülkelere gidebilecek paranın dünyanın en büyük ikinci petrol rezervlerine sahip bir ülkeye akıtılması ne derece adil ve akıllıca olduğu sorusu da düşünülmelidir. Washington’un Irak’ın maliyesinin hesap ve denetiminin uluslararası bir kurum tarafından tutulmasında yeterince açık olmaması Irak’la ilgili niyetleriyle ilgili spekülasyonları beslemektedir. Bu arada borçlar ve tazminatlar konusu da önemlidir. Türkiye, Irak’ın borç ve tazminatlarının iptali yönünde çalışmalıdır. Çünkü eğer tersi olur ve Irak halkı yıllarca bu borçları ödemek zorunda kalırsa Türkiye’nin umduğu tüketim seviyesine ulaşamayabilir ve Türkiye için cazip bir pazar haline gelmesi gecikebilir. (Şanlı Bahadır Koç, Amerika Araştırmaları Masası, Araştırmacı) |